Arap ülkeleri tarafından ortaya konulan ilk barış planı, Ortadoğunun yeniden savaş alanına döndüğü 2002 yılında Suudi Arabistan Kralı Abdullah tarafından hazırlandı. Arap Barış Girişimi adıyla anılan bu planın formülü basitti: İsrailin 1967 yılında işgal ettiği topraklardan çekilmesi karşılığında Arap ülkeleri ile ilişkilerinin normalleştirilmesi. Ancak Beyrutta yapılan Arap Birliği toplantısında tasarı birçok ekleme yapılarak kabul edildi.
Onaylanan planda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 194 sayılı kararına atıfta bulunularak Filistinli mülteci sorununa kalıcı bir çözüm bulunması istendi. Filistin tarafının bu maddeyi tüm mültecilerin İsrail topraklarına geri dönmesi şeklinde yorumlaması üzerine dönemin başbakanı Ariel Şaron planı gerçekçi olmadığı gerekçesi ile red etti.
Mülteci sorunu Kudüsün geleceği ile birlikte İsrail-Filistin anlaşmazlığının sert çekirdeğini oluşturuyor. 1948de Arap ülkelerinde göç eden yarım milyonu aşan Filistinlinin nufusu bugün dört milyondan fazla.. Bu insanların tamamına geri dönüş hakkı tanınması altı milyon nufuslu İsrail devletinin ne ekonomik ne de demografik olarak baş edemeyeceği yaşamsal bir sorun, yani İsrailin kırmızı çizgisi.
Noam Chomsky dahil birçokları yıllardır İsrail devletinin Arapları göçe zorladığını hatta etnik temizlik yaptığını idda ediyor, ancak tarihi belgeler ve önemli Arap yöneticilerin açıklamaları bu görüşün gerçeği yansıtmadığını ortaya koyuyor.
Altı Arap devleti İsraile bağımızlığını ilan ettiği anda topyekün savaş açtılar. Bu ülkeler Yahudileri denize dökene kadar Filistinlilerin geçici göçünü desteklediler. Filistin Araştırmalar Enstitüsü, mültecilerin kendi rızalarıyla savaş bölgesini terk ettiklerini ve % 68inin tek bir İsrail askeri dahi görmediğini belgeliyor.
1972 yılında anılarını yayınlayan Suriye eski Başbakanı Khalid al-Azm bakın ne diyor: 1948den beri mültecilerin geri dönüşünü biz istedik... ama onları göçe zorlayan da bizdik... onları biz felakete sürükledik... ülkemize çağırdık ve mülteci kamplarına tıktık. FÖY Lideri Mahmud Abbas 2003 yılında Wall Street Journale verdiği demeçte bu gerçeği doğruluyor: Arap orduları Filistin halkını evlerini terk etmeye ve göçe zorladılar, kendi ülkelerine götürerek Yahudi gettolarına benzer hapislere tıktılar.
Bu açıklamalar, İsrail Devletinin mülteci sorununda hiç kusuru olmadığı anlamına gelmiyor. Özellikle bağımsız hareket eden Yahudi militanları onlarca Arap köyünün boşaltılması için halka baskı uyguladı. Ancak, 1949 yılında ateşkes ilan edildikten sonra İsrail Devleti sınırları içinde kalan Arap nüfusuna vatandaşlık hakkı tanıdı..
Diğer taraftan Ürdün dışındaki Arap ülkeleri Filistinli mültecilere çalışma ve mülk edinme hakkını dahi yasaklayarak bugüne kadar kamplarda yaşamaya mahkum etti. Bu nedenle 59 yıl sonra tüm mülteci sorununu İsrail Devletinin üzerine yıkmanın gerçekçi ve yapıcı bir yaklaşım olmadığı açık.
İsrail devletinin kurulması ile birlikte Arap ülkelerinde yüzyıllardır yaşayan 850 bin Arap Yahudisi yurtlarından kovularak yeni kurulan Yahudi Devletine göç etmeye zorlandı. Bir anlamda ortada mübadele anlaşması olmasa da karşılıklı bir nufus değişimi yaşandı.
28 Martta Riyadda düzenlenecek Arap Birliği zirvesinden çıkması muhtemel İkinci Arap Barış Girişimi adil ve kalıcı bir çözüm bulmak adına önemli bir fırsat. Yolsuzluk ve fiyasko ile sonuçlanan İkinci Lübnan Savaşı soruşturmaları nedeniyle Ehud Olmertin başbakanlık ofisindeki günleri sayılı. Barış sürecinin yeniden canlanması Olmertin başarısız sıradan bir politikacıdan adını tarihe yazdıracak bir devlet adamına dönüşmek için belki de son şansı. Bu amaçla İkinci Arap Barış Girişimine olumlu ve yapıcı bir yanıt vermesi gerekiyor.