Son birkaç yıldır, İstanbul Film Festivali'ni büyük bir heyecan ve coşkuyla bekliyorum. Bu sene, festival programını ilk andan itibaren İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın web sitesinden (www.iksv.org) takip etmeye başladım. 26. Uluslarası İstanbul Film Festivali, bende birçok güzel duygu uyandırıyor.
Film festivali ile ilk tanışmam, 2001 yılında amcam İsak Ojalvo sayesindedir. Hem beni sevindirmek hem de kültürel bir etkinliğe katılmamı istemiş olmalı ki, o yıl festivalin açılış gecesi davetiyesini bana vermişti. Bir arkadaşımla birlikte katıldığım gecede, etraftamızdaki sinema camiasından ünlüleri görmek keyifliydi; fakat açıkcası, altı sene önceki yaşımla festivalden çok fazla bir şey anlamamıştım. Aradan geçen yıllar içinde üniversiteye girmem ve sinema, tiyatro, müzik, resim gibi sanatsal etkinliklere ilgimin, heyecanımın artmasıyla film festivaliyle yeniden tanıştım. Hatta iki yıl önceki açılış için amcamın davetiyesini özel bir ricayla kendime istemiştim. Yakın bir dostumla beraber katıldığımız 24. festivalde Sofia Loren'i görmüş, onun peşinden koşturan basın mensuplarına konuklarla birlikte gülmüş, Charles Dance'in yönettiği Lavanta Kokulu Kadınlar adlı açılış filmini izlemiştim. Lavanta Kokulu Kadınlar 2005 yılı arasında en sevdiğim filmler arasında yer aldı, bana yeni kapılar açtı. Öyle ki filmin müziklerini besteleyen, dünyanın en genç ve çok başarılı keman virtüözlerinden Joshua Bell'i tanımış, takip eden zaman içinde de iki konserini dinlemiştim. Böylelikle film festivalinin, sadece bir sinema etkinliği ile kalmayıp, gerçek bir sanat şöleni olduğunu birebir anlamış oldum.
Son birkaç yıldır festivalin gelişi benim için birçok anlam taşıyor. Festival tarihlerinin mevsim dönümüyle kesişmesi, bana baharı müjdeliyor. Festival kitapçığının çıkmasının ardından, dostlarımla oturup beraberce gideceğimiz filmleri seçmek, iki haftalık takvimimizi belirlemek, apayrı bir keyif... Seçimlerimizin ardından, sıra biletleri almakta ve vakit oldukça kısıtlı... Zira festivalin biletleri çabucak tükeniyor, bu durum da tatlı bir heyecanı beraberinde getiriyor. İnsanın gerçekten izlemeyi istedği filmler söz konusu ve bilet sayısı da kısıtlı olunca; tüketimin aşırılaştığı şu zamanda, yeniden değerli olanı hatırlatıyor bu durum bana göre. Hem nitelik hem de nicelik olarak... Hayatlarımızın kimi zaman monotonlaştığını hissetmemize karşın, festival yeniden heyecanı, yeniden farklı olanın güzelliğini anlatıyor.
Bu seneki festival kitapçığını incelediğim üzere, şimdiden görmek istediğim filmler için notlarımı aldım. Değerli büyüğüm, sinema köşemizin yazarı, sevgili Viktor Apalaçi de, önümzüzdeki günlerde tahmin ediyorum ki festival filmleri üzerine öneri ve eleştirilerini paylaşacaktır. İnanıyorum ki onlar, uzun vadede görmeyi isteyeceğimiz filmler için iyi bir referans kaynağı olacaktır; çünkü film festivali, gündeme geldiği şu andan itibaren, izleyebildiklerimiz ve izleyemediklerimizle beraber rüzgâr gibi geçip gidecek...
İstanbul Kültür Sanat Vakfı'na başta film festivali olmak üzere, nice sanat etkinliklerine ev sahipliği yaptığı için teşekkür ediyorum. Yine amcama davetiyelerini benimle paylaşıp, festivale özendirdiği için teşekkür ediyorum. Sinema salonlarından şehre doğru yayılan bir bahar havası geliyor... Bu festivalde yer almaya siz de var mısınız?...