Köşeyi dönme sanati

İzzet MORENO Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

“Köşeyi dönme” veya “voleyi vurma”. Her Türk’ün tek ve yakın hedefi.
Türkçe’deki en kestirme, en “bir an evvel” deyişlerden ikisi... 7’den 70’e daimi hülyalarla kafa yoran, zenginlik hayallerinin kıssadan yolu... Dahası başarana imrendiren, takdirle beraber kıskançlık ve hısım duygusu içeren insanın peşini ebediyen kovalayıp çene yoran arzuların en kapitalisti.
Bir tarafta dimağın ermediği, firmaların Amerika’dan ithal, sıfırı bol satış rakamları ve yatırım maliyetleri, diğer yanda şahsa mahsus, küçük çaplı da olsa “götürme” ve daha 30’larında rahata ermenin dayanılmaz cazibesi:
Arkadaşlarımla tartışıyorum, “Youtube” 1,65 milyar dolara! arama motoru Google’a satıldı. Daha üniversitede okurken siteyi kuranlar, şimdi hayatlarının geri kalanını parayı sayarak geçirebilirler. Ömürleri vefa ederse tabii...
Üniversite sonrası Hindistan’a giden bir İtalyan genç, manastırlarda kazınan saçları toplamayı akıl edip Milano’daki berberlere satarak kısa sürede “köşeyi döndü”!
Madrid’de döner olmadığı için zincir dükkanlar açmaya karar veren Sivas Zaralı Hıdır Bey, bugün Eurodöner’le Avrupa’nın döner kralı, 25 milyon Euro ciro yapıyor, dünyanın en hızlı büyüyen etnik lokanta zincirinin sahibi!
Bunlar girişimci ruhun yoktan varedebilen simyagerleri. Bir de parayla para kazanan, başarılı modelleri daha da başarılı bir şekilde kopyalayanlar var:
Mesela Starbucks’ı Türkiye’ye getirenler, şimdi Türkler’in neden bu kadar saat cafelerinde oturduğunu analiz ediyorlar. Mantar gibi türeyen Starbucks Türkiye modelini diğer ülkelere örnek gösteriyorlar.
Peki biz gençler, köşeyi dönmek için ne yapmamız gerek?
Toplumca kıskanıyoruz, düşünüyoruz:
“Biz de Türkiye’ye H&M, Blockbuster, GAP, Banana Republic, Corte Ingles getirelim...”
Bu o kadar kolay değil:
1- Bu markaları Türkiye’ye getirmek için gereken yatırım yüksek, çoğu zaman zaten köşeyi dönmüş olmak gerekiyor. 2- Marka bilinirlikleri haylice yüksek firmalar kendi mağazalarının sahibi olmak istiyorlar. 3- İthal iş modeli Türk halkının zevkine, ağız tadına her zaman hitap etmiyor: Mesela şekerli poğaça satan Dunkin’ Donuts Türkiye’de hiç mi hiç tutmadı. Amerika’da okurken yemeğe alışık olan bir kaç fanatikten başka, kimse bu ‘Donuts’ların müptelası olmadı, olamadı.
Yüksek maliyetler telaffuz edilmeden, ithal olmayan fikirlerle köşeyi dönmek mümkün mü?
Elbette, ama fikir önemli. Dahiane olmalı, daha önce denenmemiş olmalı, nihayet ucuz olmalı.
Çoğu zaman servis sektörü, üretime oranla daha az kapital gerektirdiği için girişimci ruh için uygun bir platfom oluşturabiliyor.
Türk insanının servis kültürüne yatkın , iş gücünün de ucuz olması, Türkler’e özgü iş modellerine ön ayak olabiliyor. Bize özgü bu fikirler, pekala yurtdışına ihrac edilebilir. Mesela ben henüz yurtdışında sipariş hattı olan bir McDonald’s görmedim. Evlere damacana su satan kimseler de yok. Ayağa gelen manikürcü, tamiratçı, tesisatçı, boyacı gibi şeyler de sadece çok zengin kesime mahsus. İşte yerli girişimcinin yurtdışında yakalayabileceği eşsiz fırsat. Evlere servis...
Demişken...
Bir söylentiye göre Yemeksepeti.com’u kuranlar şirketin %20’sini 5 milyon Dolara satmışlar... Restoranlara gidip, “bu faks makinasını alın,  buradan size sipariş yağacak”’ la başlayan, ortaklarının e-mail’le gelen siparişleri bizzat yazdırıp, faksladıkları iş modeli, kısa zamanda ileri seviyede programclık isteyen, müşterinin isteklerini analiz edebilen kişisel marketing aracı bir servis kurumuna dönüştü.  Şimdi ortalık .com sepetlerden geçilmiyor...
Aynı şekilde bir tek evlere değil; sitelere, iş ve alışveriş merkezlerine güvenlik sağlayan Pronet ve temizlik ile tamirat/bakım işlerini tedarik eden Proser, alanlarında başarılı oldular.
Kısacası kimsenin durup dururken köşeyi döndüğü yok! İlla ki orjinal bir fikrin, üstün bir zeka, naif olmayan bir cesaret ve analiz yapabilen bir öngörü ile harmanlanması şart. Bir tek fikri bulmak da yetmiyor: Çok çalışmak gerek.