Bir sis perdesinin ardından hatırlıyorum. İtalyan Hastanesinin koridorunda birkaç kişi bekliyoruz. Yerde siyah - beyaz parlayan mermerler. Tavan ise erişilemeyecek kadar yüksekti. Uzun yıllar önceydi. Ebeveynlerimizin sağlıklı olmalarını doğal bulduğumuz dönemlerdeydik. Oysa ki, çok sevdiğim bir arkadaşımın babası, çocukluk günlerimin neşesi Mordo Benbanaste için durum farklıydı. Hepimiz hastanın odasından çıkacak olan doktoru bekliyorduk. Bekleyiş, zaman kavramını alıp götürür bazen. Gelişini uzaktan farkettim. Uzun boylu, gür siyah saçlı ve yeni kolalanmışçasına bembeyaz önlüğüyle önümüzde durdu. Kim bu bey? diye yanımdakine sordum. Prof. Benbanaste; akraba da olurlar...
Sonrası, boşluk. Anımsamak istemediğim birçok olay gibi, sanırım perdelerimi kapattım. Bu arada Mordoyu kaybettik.
* * *
Prof. Marko Benbanaste ile yıllar sonra sosyal etkinlikler çerçevesinde eşim sayesinde tanıştım. Ardından yazları çok sevdiği Büyükadada karşılaştık. En çok da Şalom dolayısı ile biraraya geldik.
Herkes şahsına münhasırdır ama o gerçekten farklı bir kişilikti. Fiziğine gösterdiği özen kadar, beslenme ve spor da yaşamının bir parçasıydı. Şaloma ilk geldiğinde, bir elinde muhteşem bir çiçek buketi; diğerinde ise pasta kutusu vardı. Çayla beraber pastadan ona da verdiğimizde: Bana göre pastalar, vitrinden seyretmek içindir deyip, yemek konusundaki felsefesini dile getirmişti: Açlıktan ölen hastam olmadı, ama çok yemekten giden oldu...
Prof. Benbanasteyi çok sevenler olduğu gibi, fazla hazzetmeyenler de vardı. Kanımca, bu ikisinin arasında bir yerde kalanlar, hayatta iz bırakmayanlardır.
Gizli hayırseverler muhakkak ki vardır. Benbanastenin birçok yerde sayısız burs verdiğini tesadüfen biliyorum. Belki başka türlüsünü de yaptı, bilemem. Ancak, eğitim her zaman için çok önem verdiği konuların başında geldi. Yaşamı boyunca doğum günü kutlamayan: Hayattaysam 90 yaşında bir davet vereceğim. diyen doktora, çocukları 90. yaşı için unutulmaz bir gece düzenledi. İyi ki, kutladınız doktor ve iyi ki tanık olduk.
İçimde tek bir pişmanlık kaldı. Şaloma ilk geldiği gün Prof. Benbanaste ile uzun bir sohbetimiz oldu. Anlattıkları bir nevi yaşam öyküsüydü. Teybi açmak istediğimizde hemen sustu. Bu aramızda bir konuşmaydı. Ben sağken kaleme alınmasını istemem demişti. Son zamanlarında hasta yatağındayken fikrini değiştirdiğini duymuştum. Ne yazık ki, zamanı hep istediğimiz gibi kullanamıyoruz. Belki de bu isteği çocuklarına bir tür vasiyetti. Gönül ister ki, böyle bir yaşam belgelerle gün ışığına çıksın. Hem de profesöre yakışır bir şekilde; bilimsel, hümanist ve dinamik bir eser.
* * *
Pesah şekilci olmadan, vecibeleri isteyerek yerine getirdiğimiz, sararmış sayfaları şarap lekeleri ile dolu Agada Kitabını, babadan oğula geçen Kiduş bardağını, özenle masaya koyduğumuz nadir bayramlardan biri.
Hayırlısı ile, Pesah, matsa ve maror deyip, iskemleleri parkede gıcırtmadan, ya da halıya takılmadan masadaki yerlerimizi alacağız. Yalnız Lordlar Kamarasında oturur gibi zarif olun. Zira bu yıl çoğumuzun Seder sofrasında İngiliz Rakusens matsa olacak. Göreyim sizi, İngiliz matsası asil Ortodokslar gibi çatal bıçakla yenecek. Ukrayna matsası, halk tipi olduğu için koparıp koparıp yiyebilirsiniz. Doğrusu raflarda görünce içim tuhaf oldu. Hayal gücüm de geniş. Birden aklıma pogromlar, kar kıyamet, aç insanlar geldi. Onların ekmeğine dokunamam deyip Ukrayna matsasını kendi haline bıraktım. Akdeniz sahilinden gelen mamul da un ufak olmuş. Dolayısı ile yalnız unu aldım. Ama en önemlisi, anneannemin tarifi olan sekiz yumurtalı kek yeni moda unla da başarılı olur. Yoksa, matsa fırınının ayarlarıyla oynayana da oynamayana da...
Hag Sameah.