İsrail Başbakanı Olmert, Condoleezza Riceın önerdiği Riyad görüşmesine hayır dedi. Büyük projelerle bölgeye gelen ABD Dışişleri Bakanı Rice, Olmertin muhalefeti nedeniyle çok daha mütevazı sonuçları kabullenmek zorunda kaldı.
Riyaddaki zirvede İsrail ve Suudi Arabistan arasında gidip gelen mesajlardan, 2002 senesinde Suudiler tarafından önerilen barış planının Arap ülkeleriyle ilişkilerin normalleşmesi için temel alınabileceği anlaşıldı. Bu çözüm ancak bir şartla kabul edilebilir gibi görünüyor; anlaşmanın ya kabul edersin ya da gidersin şeklinde düşünülmeyip görüşmelere zemin sağlaması bekleniyor.
Riyadda Filistinli göçmenlerin nereye döneceklerine yönelik tam bir çözüm belirtilmezken, İsrail, bağımsız Filistin Devleti topraklarına dönmeleri üzerinde duruyor.
Ziyaretin getirdikleri
Yazımı kaleme aldığım sırada ülkesine dönen ABD Dışişleri Bakanının ziyaretinin bölgedeki sonuçlarını inceleyelim. Daha sonra da Arap zirvesinin sonuçlarına, Suudi Arabistanın bölge ve İsrail için rolünün önemine değinelim.
Bilindiği gibi görevini bitirmeye iki seneden biraz daha az zamanı kalan Rice, Filistin sorununun çözümü için önemli gelişmeler sağlamak, İsrail ile yan yana varlığını sürdürecek bir Filistin Devletinin temellerini atmak istiyor. Bunu başarmak kendisi ve şimdiye kadar Ortadoğudaki çabaları boşa çıkan ABD Başkanı Bush için de önem taşıyor.
Rice, bu nedenle bölgeye yapacağı ziyaret öncesinde saatlerce Başkan Bush ile Filistin sorununun çözümü hakkında konuştuklarını ve barış görüşmelerinin Mahmut Abbas ile Olmerte bırakmanın çok da verim sağlamayacağı konusunda fikir birliğine vardıklarını ifade etti.
Zira ikili nadir buluştukları zamanlarda herhangi bir karara varamıyorlar ve olumlu gelişmeler isteyen Amerikalıların başka yaklaşımlarda bulunması gerekiyor. ABD, İsrail ve FÖYe gelecekteki sınırlar, bu sınırların devamlılığının nasıl sağlanabileceği gibi önemli soruları soracak. Cevapları mukayese ederek her iki tarafın da kabul edebileceği ortak bir çözüm bulmaya çalışacak. Olmert doğrudan görüşmelerin aksini savunan bu teze ve tartışılacak konulara itiraz etti. Ayrıca Kudüs, sınırlar ve mülteciler gibi büyük sorunların görüşülmesinin en sona bırakılması gerektiğinin altını çizdi. Aksi takdirde baştan görüşmelerin tıkanacağını ve bunun da 2000 yılında olduğu gibi yeniden şiddetin başlamasına yol açacağını vurguladı.
Pazartesi gecesi yapılması beklenen basın açıklamasının iptali sonucunda Mahmut Abbasla da temaslardan sonra Olmert ve Rice uzlaşmaya vardılar. Amerikan planından çok uzak olmasına rağmen Olmert, bazı ödünler vermeye razı oldu. Öncelikle her iki haftada bir Olmert- Abbas görüşmesi kararı verildi. Bu görüşmelerde Şderota atılan Kassam füzeleri; kaçırılan asker Şalitin Filistinli mahkumların karşılığında serbest bırakılması; Filistinlilerin yaşamını kolaylaştıracak önlemlerin alınması gibi güncel konular tartışılacak. Ancak Riceın ve Abbasın ısrarı ile Filistin devletinin sınırları, Kudüs ve diğer hayati sorunlar hakkında da görüş alışverişi yapılmasına karar verildi.
Rice da, son dört ay içinde olduğu gibi zaman zaman görüşmelere katılarak Olmert ve Abbasın uzman ekiplerinin üstesinden gelemediği sorunların çözümünde yardımcı olacak. Görüşmelerden sonuç elde edebilecek mi? Hamas karışmaz; terör azalır; İsrail askerleri kontrol noktalarında geçişe izin verirse ve eğer Gazzeye silah sokulup İsrailin müdahele etme mecburiyeti yaratılmazsa bu soruya olumlu yanıt verilebilir.
Suudi Barış Planı
Olmert Abbas görüşmelerini tehlikeye sokabilecek bir çok etken var.
Bu aşamada Suudi Barış Planı için girişimler devreye giriyor. Suudi Arabistan planı, Güvenlik Konseyine Arap Barış Planı olarak sunacak. Aynı zamanda ılımlı dört Arap ülkesinin, Batılı ülkelerin ve İsrailin yanında başka katılımcı ülkelerin de olabileceği bir konferans gündemde. Böylece İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki temaslar daha açıklık kazanabilir. Bütün bu olanaklar Riyad Konferansından sonra belirlenecek. Bu karşılıklı anlaşmaların Hamas tarafından da kabul görmesi büyük önem taşıyor. Bu, Hamasın İsraili resmen kabul edeceği anlamına da geliyor. Ancak şartlar ne olursa olsun Hamas bunu kabul etmeyecek.
İran ve taraftarları İsrailin varlığını reddederken, Suudi Arabistan ve ılımlı Arap ülkeleri varlığını resmen kabul ettiler. Tabii bu bir bedel karşılığıdır. Zaten İsrailin Altı Gün Savaşında ele geçirdiği toprakları muhafaza etmesinin Arap ülkelerince kabul görmeyeceği çok açıktı.
Bu dönemde Yeni Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban-Ki-Moonun bölgeye yaptığı ziyaret, İsrailde büyük bir etki yarattı. Bilindiği gibi İsrail ile BM ilişkileri nadiren iyi olmuş ve üyelerinin çoğunluğu İsrail karşıtı. İsrailin aldığı bazı güvenlik önlemlerini eleştiren Ban-Ki-Moon, helikopterle yaptığı bir tur sonrası ülkenin güvenlik problemlerini daha iyi anladığını belirtti. Dörtlünün üyesi olduğundan BM, şimdilerde İsrail için çok daha fazla önem kazandı. Görünüyor ki: BM genel sekreteri yaptığını her zaman onaylamasa dahi, İsraile karşı en azından anlayış gösterecek.
Peres: Ben savaş açmazdım!
İkinci Lübnan Savaşında İsrail Hükümeti ile ordusunun yaptığı hataları ortaya çıkarmak ve incelemek için oluşturulan Winograd Komisyonu gizlilik içinde çalışmaya devam ediyor. Bunların arasında özellikle Şimon Peresin ifadesi büyük tepki aldı. Peresin ifadesi, birkaç ay içinde İsrail devlet başkanlığına seçilmesini engelleyebilir.
Çünkü Peres, başbakan yardımcısı olarak mecliste Hizbullaha savaş açılmasına kabul oyu verdi. Ama Winograd Komisyonuna: sorumlu ben olsaydım savaş açmazdım. Bu savaşı kazanmadık; askeri açıdan bir kaybımız yok ama psikolojik bakımdan kaybettik denilebilir. Sonuçta bölgede İsrail yenilebilir hatta haritadan silinebilir düşüncesi oluştu. Bu da İsrail için büyük bir kayıptır dedi.