Öncelikle belirtmeliyim ki, Yunanistan-Türkiye karşılaşmasını yorumlayan her futbol otoritesi gibi ben de, bu maçı 300 Spartalı filmiyle ilişkilendirerek başlamak isterdim yazıma ama ne yazık ki bu filmi izleme şansına hâlâ sahip olamadım... Kitapevlerinde tarih kitaplarının bulunduğu raflara uğramaktan imtina etmiş, kendi ülke tarihini bile ancak 3dž cümleyle anlatabilen bazı aklıevvel futbolcu eskileri bu zümreye tabii ki kaliteli futbol yazarlarını dahil etmek mümkün değil- Yunanistanla oynanacak maç öncesinde komşunun tarihini konu alan filmi rastlantı eseri seyredince yazı tarzlarını geliştirip(!), deleri, daları, kileri bile ayırmayı başaramadıkları maç yazılarına 300 Spartalı filminden enstantaneler ekleyip, yazılarına entelektüel(!) bir hava kattılar... Helâl olsun... Biraz da Türk futbolunun gelişmesi için çenelerini dinlendirseler ya, -moda deyimle- tam süper olacak...
Saha içine dönersek... Deplasmanda alınan 4ǃlik galibiyet hakikaten büyük bir başarı... Maçın şifresi orta sahamızda saklıydı. Orta sahamızın blok halinde mücadele eden, oyunu sadece tek yönlü değil, çift taraflı oynayabilen futbolculardan kurulu olması ulusal takımı galibiyete taşıyan en önemli etkendi kanımca. Günümüz futbolunda çok koşup sadece top kesebilen veya fazla koşmayıp sadece top kullanabilen orta saha elemanları yerine oyunu çift taraflı oynayabilen oyuncular nimet değerinde. Bu yüzden çok nitelikli bir orta sahamız olduğunu gözden kaçırmayalım. Maçı ulusal takım lehine böylesine farka taşıyan etkenlerden biri de Yunanistanın 36 yaşındaki file bekçisi Nikopolidisin oldukça formsuz olmasıydı. 15 sene boyunca Panathinaikosta oynadıktan sonra, 2004 senesinde ezeli rakip Olympiakosa transfer olan namı-diğer George Clooney, Gökhan Ünal ve Tümerin attığı gollerde ters ayakta yakalandı, kalenin ortasına yani üstüne gelen topları içeri buyur etti. Sonuç olarak bakıldığında 4ǃlik galibiyet, çoktandır ulusal takımıyla arası limoni olan Türk halkını yeniden milli takımıyla barıştırdı diyebiliriz.
Norveç maçı bu yazı yazılırken henüz oynanmamıştı fakat gazeteyi elinize aldığınızda tamamlanmış olacak. Kuzeylilere karşı en büyük dezavantajımız boyumuzun rakibimize oranla daha kısa olmasından kaynaklanmakta. Bir de seyircisiz maçın zorluğu var pek tabii ki... Ancak kısa boylu ve seri oyuncular kullanılarak, dezavantaj avantaja dönüştürülebilir; ki bu mantıktan hareketle Gökdeniz Karadenizi ilk 11de görebiliriz. Norveçte ise tanıdık isimler var; eski Beşiktaşlılar kaleci Mhyre ve Carew, Liverpoollu Riise... Takımın sürekli Carewe top şişirdiğini, rakibin bu maçın üst gruptan kopmamak adına son şansları olduğunun farkında olarak oynayacaklarını da belirtmek gerekebilir. Bunun yanı sıra Carewe şişirilen ortalarda da seken toplara dikkat etmekte fayda var. Moral ve motivasyonu Norveçe oranla daha üst düzeyde olan istim üzerindeki ay-yıldızlıların karşılaşmayı hasarsız kapatacakları kanaatindeyim.
Gelelim, işin farklı pencereden bakma tarafına... Norveç maçının da galibiyetle geçilmesi durumunda ulusal takımımız EURO2008 finalleri için biletini büyük olasılıkla ayırtacak. Ama en önemlisi ulusal takımımızda yer alan oyuncuların kaçının meramını anlatacak kadar yabancı dil biliyor oluşları... Finallere katılmamız durumunda kendilerini basın odalarında daha iyi tanımak ve sıkıştırmak isteyen onlarca yabancı gazeteci olacaktır. Ama maalesef ki lejyonerler dışındaki milli oyuncularımız kendilerini saha dışında ifade edecek kadar yabancı dil bilmiyorlar. Bir tek Fenerbahçe kulübünün oyuncularına zorunlu olarak İngilizce dersi aldırdığını biliyorum ama Semih Şentürkün Frankfurt maçında ikinci sarıdan sonra kırmızı kart göstermeyen hakeme Two yellow no out demesi, öğretimin pek de sağlıklı yapılmadığını kanıtladı sanki...
Gün EURO2008 finallerine biletlerimizi ayırtma vaktiyse, gün kendimizi ileriye hazırlama vaktiyse, milli takım sorumlularının ivedilikle bu konuda çalışmalar yürütmesini bekliyorum... Futbolcuların da bu konuyu ciddiye alıp, önemsemesi gerekiyor tabii...