Kafaları biraz dışarıya uzatmakta fayda var... Nasıl mı? Geçtiğimiz hafta içerisinde hem Şampiyonlar Liginde, hem de UEFA Kupasında çeyrek final maçları tamamlandı ve yarı finale çıkan ekipler belirlendi. Liverpool, Chelsea, Manchester United ve Milan Şampiyonlar Liginin, Osasuna, Espanyol, Sevilla ve Werder Bremen ise UEFA Kupasının yarı finalist takımları oldular. Görüleceği üzere sekiz takımdan üçü İspanyol, üçü İngiliz, biri Alman ve biri İtalyan... Yani Avrupanın en üst kalite futbol oynayan liglerinin temsilcileri kupanın kulbundan tutabilmek için birbirleriyle taarruz hakkını kazanmışlar...
Dönelim içeriye... Ortada bırakın fol ve yumurtayı, yumurtlama becerisi olan tavuk yokken bizim marifetli idarecilerimiz sezon başında Şampiyonlar Ligi final maçlarının oynanacağı Atina kenti baz alınarak, Road to Athens (Yolumuz Atinaya doğru)
t-shirtleri, şapkaları, atkıları bastırdılar!.. 100. yıllarında Şampiyonlar Liginde en az çeyrek final oynamak istedi, marifet timsallerimiz... E yarı finalistler belli oldu geçen hafta, Atina yolunun neresindeyiz biz? Yoksa teker mi patladı yolda?..
Durumumuzla ilgili iki özdeyiş var, hatırlatmak isterim; Büyük lokma ye, büyük konuşma, Ne kadar ekmek, o kadar köfte diye... Elimizdeki malın değerini paha biçilmez Hint kumaşıyla bir sanıp, kendimizi bulutların üzerine çıkarıyoruz çoğu zaman. Bu sosyal hayatta da başımıza geliyor zaman zaman. Boyumuzdan büyük işleri üstlenip, yarı yolda bırakmak normal bir davranış haline geldi. Oysa kimiz, neyiz, boyumuzun ölçüsü nedir; durup bir bakmak lazım... Sen elindeki topçuların kalitesini belirli çerçeve içerisinde biliyorsun da, karşında Werder Bremenin Klosesini, Sevillanın Dani Alves&Kanoutesini, Espanyolun Tamudosunu, Osasunanın Webosunu nasıl göz ardı edersin? Elindeki ön libero Inamoto iken, sen nasıl Essienin, Gerrardın, Pirlonun, Carrickin bulunduğu takımlara bu kadar kolay kafa tutmaya kalkarsın?..
Bir köşeye not edin; bu Şampiyonlar Liginde final istiyoruz minvalinde atılan palavralar gelecek sezonun başında da baş gösterecek, sonraki sezonun başında da... Çünkü uğruna ölümlerin bile göze alınabildiği alaturka takımlarımızı -yönetenler demek isterdim ama sadece idare edebiliyorlar- idare edenler, çağdaş futbol anlayışından tümüyle bihaberler... Ne adamakıllı scouting (yetenekli oyuncu tarama) ekipleri, ne takımı çekip çevirebilecek işlevsel kulüp menajerleri ne de nitelikli basın sorumluları var... Dolayısıyla her şeyden bihaber olununca, hariçten gazel okumak da işin en kolay kısmı oluyor haliyle... Siz siz olun gazetelerin spor sayfalarında yazan birçok şeye kafanızı yormayın, çünkü çoğu kafa yorulmadan yapılan haberler...
Kulüplerimizin içinde bulunduğu içler acısı durumu özetlemek adına birinci ağızdan duyduğum bir olayı nakletmek isterim... Trabzonspor oyuncu izleme komitesinden birkaç kişi bundan bir yıl önce Hırvatistanın Hajduk Split takımında oynayan kaleci Pletikosayı izlemek için Hajduk Split-Rijeka maçını izlemeye giderler (Bu arada oyuncu izleme komitesinin yaş haddini aşmış isimlerden oluştuğunu hatırlatmak isterim). Pletikosayı izlerler, beğenirler ama asıl gözlerine çarpan isim Rijekanın 11 numarasıdır... Trabzona döndüklerinde yönetime Rijeka takımının 11 numarasını transfer edelim diye rapor verirler. Durumun ne kadar vahim olduğu daha sonra anlaşılır ve olay yerel gazetelere yansır... Niye mi? Rijeka takımının beğenilen 11 numaralı oyuncusu Davor Vugrinectir ve bu oyuncu zaten 1997 yılları arasında bordo-mavili kulüpte top koşturmuştur!..
Anlayacağınız; her ne kadar yolumuz Atinaya çok uzak olmasa da, daha kilometrelerce yol var buradan oralara...