İçmeden sarhoş

Avram VENTURA Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Kimi sanatçıların anılarında ağırlıklı olarak yer alan, yapıtlarına esin kaynağı olan içki eğilimlerini, buna karşı dizginlenemeyen tutkularını okudukça, alkol ve yaratıcılık arasındaki ilişki giderek kafamı kurcalıyor. Sanki birçoğunun hayatı yalnızca içkiye odaklanmış, onun esrikliğinden aldığı esin ya da güçle sanatına, yaşamına bir anlam katmış. Bir genelleme yapmak doğru olmasa da, kimilerinin bu tutkuyla süren hayat tarzı, sanatlarını besleyen bir kaynak gibi ortaya çıkıyor.
İçkinin tutkunu olmadığım için, bu konuda konuşması gereken son kişilerden biri olmalıyım. Hani ağzıma koymuyorum desem, yalan olur. Bir başıma olduğum zamanlar, oturup bir kadeh olsun içmek hiç aklıma bile gelmezken, yalnızca özel günlerde, dost sofralarında ya da arkadaş toplantılarında ortama ayak uydurmaya çalışırım. Bu güne kadar da, hangi içki olursa olsun, bir kadehten çok içtiğimi anımsamıyorum. Kimi zaman ölçüyü biraz kaçırıp, bırakın sarhoşluğu, hafif çakırkeyifliği yaşamak istediğim olmuşsa da, bunu, bugüne kadar hiç başaramadım. Sanki bedenim bir kadehlik sınırı geçtiğinde, otomatik olarak frene basıyor, içmemi engelliyor.
Bu satırları yazarken, içenlerden yakındığım ya da onlara imrendiğim sanılmasın, başkalarının yaşam tarzını eleştirmeye hakkım olmadığını biliyorum. Herkes nasıl mutluysa, mutlaka yaşamını öyle sürdürecektir. Benim asıl ilgimi çeken şu oluyor: Diğer bağımlılık yaratan maddeler bir yana, içkinin sanatçının düşlem gücüne yaptığı olumlu katkılar kadar, yarattığı her türlü tinsel ve bedensel yıkımı düşünüyorum. Öyle ki, alkolün etkisiyle yaşamlarını karartan, adlarını saymakla bitiremeyeceğim birçok sanatçı, bir yandan kendilerini tüketirken, öte yandan ölümsüz başyapıtlar üretmişler. Ne tuhaf bir çelişki!
Bu arada, Goethe’nin Faust adlı yapıtında Mefisto’ya söylettiği şu sözler geliyor dilimin ucuna:  
“Bedeninde bu içki durdukça, her kadını bir Helen sanacaksın.” 
İçkinin etkisi, her kadını Helen’in güzelliğinde gösteriyorsa, aşk sarhoşu olanların tümü kendilerini Mecnun, sevdiklerini Leyla mı görüyorlar?
Ölçülü bir esriklik, belki dünyayı tozpembe görmemiz, insanlara daha hoşgörülü yaklaşmamız için yararlı da olabilir.
Eskiler, içki için şişede olduğu gibi kalmıyor demeleri, bir gerçeği ortaya koymaktadır. Alkolün etkisi, alınan miktara ve kişiye göre değişiklikler gösteriyor: Kimi içtikçe canlanıyor, kimi sızıyor, kimi hiç susmuyor, kimi suskunluğa bürünüyor, kiminin düşlem kapıları açılıyor, kiminin de köreliyor...
İçkiden söz ederken, Ömer Hayyam’ı anmamak olmaz:
Bizim şarap içmemiz ne
keyfimizden,
Ne dine, edebe aykırı
gitmemizden;
Bir an geçmek istiyoruz
kendimizden:
İçip içip sarhoş olmamız bu yüzden.
Sürekli içenlerden söz ediyoruz...
Bir de içmeden sarhoş olanlar yok mu?
Beni asıl onlar ilgilendiriyor!