Süper Kupa karşılaşması öncesinde tam da bizim futbol rejimimize uyan bir tartışmaya sahne oldu spor sayfalarımız. Kupa için hazırlanan logo nasıl sarı- lacivert olurmuş? Beşiktaş yönetiminin hepimizin takip ettiği gibi logonun değişmemesi halinde maça çıkmayacaklarını belirtmesinin ardından maç günü Kölnde süratli bir logo temizliği ve renk paniği yaşandı.
Ligin ağır abilerinin yöneticilerinin belirli dönemlerde maçların öncesinde veya sonrasında yapay krizler oluşturmaları ve bu krizleri kendi takımlarının yararına kullanmaları bizim sıkça rastladığımız bir durum. Ancak logo krizi çerçevesinde Beşiktaşlı yöneticilerin aynı şeyi yaptıklarını söylemek kendi fikrimce doğru olmayacaktır.
Ancak logo üzerinde dönen tartışmaların masum bir kriz şeklinde karşımıza çıkması futbolumuzun içinde yüzdüğü çok daha vahim durumları gözler önüne serdi maalesef. Beşiktaş yönetiminin tavrı çıkarcı bir amacın değil bariz bir şekilde taraftarının hakkını savunma iç güdüsünün sonucuydu. Taraftarının hakkını müdafaa etmek de iş tribünlere oynamaya varmadığı sürece bir yönetimin en doğal hakları ve en öncelikli sorumlulukları arasında yer alır. Ama Beşiktaş yönetiminin logonun uçuk sarısından ve laciverdi çağrıştıran mavisinden maçtan çekilecek kadar rahatsız olması ve bunu taraftarın haklarını koruma adına dillendirmesi futbol tarihinin aşağı yukarı bütün şampiyonluklarını paylaşan dörtlünün artık birbirlerinin renklerine bile tahammül edemediklerinin tescili oldu.
Bu noktadan sonra yöneticilerin verecekleri dostluk mesajları, maçlara döner bıçaklarını bileyleyerek hazırlanan, ancak derbiler öncesinde gazetelere atkı değiştirerek kardeşlik pozları veren amigoların görüntülerinden bile daha yapmacık gelecektir futbol dünyasının farkındalığı yüksek kesimine.
Sahalarımızda görmek istemediğimiz manzaraların ardından futbolun tepe noktasını işgal eden 20- 30 kişinin yönetici kimlikleriyle ekranlarda yer alıp radikal önlem isteyişleri, sorunun kaynağına ineceklerini söylemeleri, bu konuda yapılabileceklerden bahsetmeleri, birbirlerini suçlayışları, vs. hepsi havadadır. Neden mi? Çünkü tepede yer alanların tabanda yer alan gaza gelme potansiyeli yüksek kitleleri kontrol etmeleri için önlem, plan, vsden önce futbol kültürünü, rakibe saygıyı içselleştirmiş olmaları gereklidir. Futbolumuzun yıldızlarının toprak sahalarda top koşturduğu zamanların nostaljik hikayelerine konu olan bu değerler bugün geçerli değil maalesef. Modern futbolla gelen çimler toprak sahalarla birlikte bu değerlerin de üzerini örttü.
Peki bu yolun sonu ne? Rakibin başarısını kabullenememeyi, çamur atmayı bir yere kadar rekabetin kızışmasıyla açıklayabiliriz belki. Ya bayrak indirmeleri, Serhata kafasındaki kırmızı şapkayı atması için yazılan tezahüratları (Fenerbahçe logosunun zemininde yer alan kırmızı rengi maalesef hatırlayan bile yok), bir logonun renginin dünya meselesi haline gelmesini, takım elbiseli adamların bir rengin tonları uğruna birbirine düşmesini neyle açıklayacağız? Benden bir cevap vermemi beklemeyin, çünkü iki soruya da yanıtım yok.
Ve dikkat ederseniz Süper Kupanın sonucu adına tek kelime etmedim, etmeyeceğim de. Çünkü bu kupanın ne mücadele eden iki takımın, ne de kupayı oynayamayan diğer iki takımın büyüklük, daha büyüklük meselesine en ufak bir etkisi olmayacağının farkındayım.
Kupanın amacını en iyi anlayanlar bariz şekilde tribünlerdeki gurbetçilerdi. Ne büyüklük, ne renk tartışmasının içinde yer aldılar... Sadece, sahada yer alanlardan çıkacak klas hareketlerin derdindeydi onlar. İzerlerindeki formalara aldırmaksızın sahadaki güzel oyuna bakıp bunlar bizim takımlarımız diye gururlandılar. Altan Tanrıkuluna hiç katılmıyorum. Süper Kupa hep orada oynanmalı bence. Futbol ruhunu, takım tutmayı bize yeniden hatırlatan insanlar orada çünkü.
Gurbetteki vatandaşlarımızın futboldan mutlu olmayı futbolun etrafında dönen kısır tartışmalara tercih edişi bizlere gösterdi ki; bu birbirimizi yeme modundan çıkmak için tek çare futbolu, sahadaki mücadeleyi özlememiz.