Çocukluk yaşlarımdan başlayarak, anneannemin yerine göre verdiği nasihatlar, o gün için anlaşılmaz gibi gözüktüyse de, hepsi ya da çoğu hafızama işlendi.
Yolda tek başına yürüyemediği dönemlerdi. Her istediğinde kendisine bankaya kadar eşlik eder, ben de gerilerde bir yerde beklerdim. Anneannemin işi bir türlü bitmek bilmez, sabrımın sınırlarını eni konu zorlardı. Nihayet hesap cüzdanını çantasına yerleştirir, çantanın iyice kapandığından emin olur, sonra bastonuyla kapıyı işaret eder ve dışarı çıkardık. Sokakta ilk yaptığı derin bir oh çekmekti. Hangimizin oh çekmesi gerektiği soru işaretiydi, ama... Ardından geleneksel cümle, Çok dikkat edeceksin. Hırsızın büyüğü bunlar. Doğrusu ilk duyduğumda çok şaşırmıştım. Zira bizim bildiğimiz, banka ve güvenirlilik neredeyse eş anlamlıydı. Gene de dönüş yolunda, cüzdandaki hesap dökümünü en az iki kez kontrol edip, bir önceki ay ile karşılaştırıp, müdürün imzasına da mutlaka dikkat edilmesi gerektiğini ısrarla hatırlatırdı.
Anneannemin hırsızları her mevsime göre değişirdi. Yazları en büyük keyfi bahçeyi sulamak ve toprakla ilgilenmekti. Bir yaz mevsiminden diğerine geçildiğinde, bazı çiçek tohumlarının eksildiğini farkeder: Hırsızın alası bu bahçıvanlar diye kızgınlığını yabani otlardan çıkarırdı. İlgiyle onu izler, bir bahçıvanın tohum / çiçek alıp ne yapacağını anlamazdık. Diğer yandan anlam veremesek de, söyleyen anneanne olunca iş değişirdi. Zira, o doğruları bilirdi...
Ama gene de sonuçta, kışın bankalar, yazın ise bahçıvanlar hırsızdı!
***
Yıllar geçip, yazlıkta bahçeli bir evde oturduğumda, tohumların civar evlerde çiçek açtığına tanık olduğumda, bahçıvanların nasıl kalk gidelim yaptıklarını anladım. Bankalara gelince, kelime anlamıyla değilse bile, mecazi anlamda, verdikleri farklı farklı oranlar, kalk gidelim hesabı açtıkları bilinen doğrular arasında.
***
Anneannem 1900 doğumluydu. Savaş yıllarında birbiri ardısıra kapanan okullar, bildiği yabancı dil sayısının artmasına neden olmuştu. Çok sevdiği eşiyle onaltı yıl süren bir evlilik sonrası, çocuklarını tek başına büyüttü. Ardından torunlar, küçük torunlar... Albümleri açıp Balkan Savaşı, I. Dünya Harbi, vesikalar, v.s. gibi olayları anlattığında öykü gibi dinlerdik.
Anneanne son derece disiplinli bir kadın olmakla beraber, kendine yeten bir insandı. Herhangi bir dernekle ilgisi olmamış, ancak yardım istendiğinde kimin ne için istediğine göre- beklenmedik oranda eli açık davranırdı. Her zaman da: Alanı mağdur, vereni mağrur etmeme ilkesine inandı. Ve 96 yaşında, babamdan bir yıl sonra, en küçük torununun doğumundan iki ay evvel vefat etti.
***
Varmak istediğim nokta, 96 yaş, sade denebilecek bir yaşam süren herhangi bir insanın çevresinde ailesiyle yaşlanması çok doğal bir olaydı. Zira o dönemde yaşlılar evin baş tacı sayılırdı.
Bir sonraki nesil, şimdiki deyimle 70+ onlar ebeveynleri gibi bir yaşlılık geçirecekler. Çocuklar onlarla isteyerek ilgilenecekler çünkü bizim nesil başka türlüsünü düşünemez.
Gelelim benim neslime 50+; bu konu yaşıtlarım arasında giderek daha fazla konuşuluyor. Gönülden istiyor muyuz, yoksa mantık mı bize bu yolu gösteriyor, emin değilim. Ancak, çocuklarımızın yaşam temposu o kadar hızlı ki, belli bir yaşın üstünde olanlar, yaşıtlarıyla birlikte kalacak yerler bulma konusunda sağlıklı bir ön araştırma yapma durumundayız.
Her zaman iki seçenekten fazlası vardır; onun için iyisi mi anneannem gibi banka cüzdanımı iki kez kontrol edeyim ki, gerekirse yaşıtlarımla iyi yönetilen bir huzur evine gidebileyim.
***
Belli bir seneden sonra kişinin kaç yaşında olduğunun hiç önemi yok. Bu hayatı nasıl aldığı, sağlığına ne denli dikkat ettiği ile ilintilidir.
Geçtiğimiz hafta Çankayada Devlet Üstün Hizmet Madalyası ile onurlandırılan Jak Kamhi, aynı zamanda hepimizin içini ısıttı. Ne mutlu Jak Kamhiye... Sevdiklerime klişeleşmiş uzun bir ömür yerine, kaliteli bir yaşam ve güzel yıllar dilemeyi yeğliyorum. Güzel yıllara Sayın Kamhi...