Türkiye'de söylemini "öteki" nefreti üzerine kurmak son moda!
İnsanlık medeniyetinin binlerce yıllık kazanımlarını içselleştirmemiş, din, ırk millet ayrımını baş tacı eden, ötekinden nefret üzerine kimlik kurma çabası içindeki yazarlar toplumda düşman yaratmak için tüm var güçleriyle uğraşıyorlar.
Hükümete yakın gazetede bir köşe yazarı var:
Avrupalarda okumuş,
Kültürlü mü kültürlü,
Dünyayı gezip görmüş, efendi mi efendi, kibar mı kibar bu yazarımız buyurmuş: "İstisnalar hariç, Yahudiden dost olmaz, Yahudi, Türk'ten ve Müslümandan nefret eder."
Nedenmiş?
Amerika'daki etkili Yahudi kuruluşlardan biri, ADL (Karalamacılığa Karşı Birlik), 1915 olaylarına "Soykırım denilebilir" demiş. Bunu zaten Lübnan, Polonya, Rusya ve İran'ın da dahil olduğu altmıştan fazla ülke söylemiyor mu?
Başka ne yapmış bu ADL?
Birkaç yıl önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a "Cesaret Ödülü" vermiş.
Bakın Başbakan ne demiş bu ödül töreninde:
"Musevi düşmanlığı, utanç verici bir akıl hastalığıdır. Bir sapıklıktır. Musevi soykırımı, tarih boyunca insanlığa karşı işlenmiş en ağır suçtur. Soykırım, ayırımcılık, İslam düşmanlığı, Hıristiyan düşmanlığı, etnik temizlik, hep aynı hastalığın tezahürüdür."
İnsanlık var oldukça ırkçılık hep olmuş ama Endülüsten bugüne Müslümanlarla Yahudiler iç içe yaşamışlar.
Osmanlı tarihine kısaca bir bakalım:
Bursayı başkent yapan Orhan Gazi 1326'da bu şehirde Etz Ahayim Sinagogunu açtırmış.
İstanbul'u alan Fatih, Yahudileri "Tanrı'nın yardımıyla İstanbul'a, başkente gelip yerleşmeye, incirin ve bağın gölgesinde huzur içinde yaşamaya, serbest ticaret yapıp mal mülk sahibi olmaya" çağırmış. (N. Güleryüz 1992)
Babasını örnek alan II. Beyazıt, 1492'de Cadiz limanına gemiler gönderip on binlerce mülteciyi Osmanlı topraklarına taşımış.
Dahası Beyazıt, Endülüs'ün kültürel mirasını Osmanlıya taşıyan Yahudileri kovduğu için Ferdinand'ı "ülkesini fakirleştiren Osmanlı'yı ise zenginleştiren bir aptal" olarak nitelendirmiş ve Osmanlı'da ilk matbaanın 1493'te Nahmias kardeşler tarafından kurulmasına izin vermiş.
Yavuz Sultan Selim güvenmiş para basma, maliye, defterdarlık, sarraflık gibi Osmanlı ekonomisinin en önemli görevlerini hep dost bildiği, sadakatine güvendiği Yahudilere teslim etmiş.
Polonya Yahudisi Helga'dan doğma Kanuni Sultan Süleyman, Kudüs seferinde Ağlama Duvarını gül sularıyla yıkatmış, Kutsal Şehirdeki Yahudi mahallesinin genişletilmesini salık vermiş.
II. Selim, yakın dostu Josef Nasi'yi Kiklad adaları dükü ilan etmiş ve kendisine Tiberiya gölü kıyısında Yahudi yerleşimi kurdurtmuş.
"Müslümanların ancak camide Müslüman, Hıristiyanların ancak kiliselerde Hıristiyan ve Yahudilerin de ancak sinagoglarda Yahudi olmalarını, Tanrı'ya bağlılıklarını ifade ettikleri bu yerlerin dışında herkesin aynı haklardan ve himayemizden istifade etmelerini isteriz" diyen yenilikçi Padişah II. Mahmut ülkesindeki adaleti ve eşitliği "Tarihin, hükümdarlığımda Yahudilerin Boğaz'ı dört çift kürekli kayıklarla geçtiğini yazmasını isterim" sözleriyle vurgulamış.
II. Selim, II. Murat ve Abdülmecid'in de anneleri Yahudi.
Beş yüzyıl boyunca padişahlar çoğunlukla kendilerini Yahudi doktorlara emanet etmişler.
Dinci kesimin yere göğe koyamadığı II. Abdülhamit Filistindeki Yahudi yerleşimlerinin genişletilerek zulümden kaçan binlerce Rus ve Romanya göçmeninin atalarının topraklarında yeni şehirler kurmalarına izin vermiş.
1919'da İzmir'de Kramer Palas Oteli'ndeki Yunan bayrağını "burada ancak Türk bayrağı dalgalanır" diye bağırıp yırtan Nesim Navaro, Bayındır'da Mustafa Kemal'in casusu olduğu iddiası ile yakalanan Jak Uziel, Ödemiş'te işgalci Yunan ordusunu karşılamayı reddeden Haham İsak Franko, Aydın'da Yunan bayrağını asmayı reddeden cemaat başkanı İsak Halegua hep istisna dostlar...
Nefret ve düşmanlık yayarak kendi kimliğini oluşturma çabasındakiler boşuna uğraşmasın, Bektaşi, Mevlana ve Yunus Emre mayası ile yoğrulmuş Anadolu medeniyeti ırkçı söyleme prim vermez. Nefret söylemi ve ırkçılık bu topraklarda fazla su kaldırmaz, yeter ki bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar önce biraz açıp tarihi okusunlar.