Rekabet hukuku üzerine...

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Alev SEREN

Alman elektronik ürün perakendecisi Media Markt’ın İstanbul’daki mağaza açılışını ve yarattığı izdihamı duymuşsunuzdur sanırım. İnsanların duvara monte edilmiş teşhir amaçlı ürünlerden depodaki kolilerde saklananlara kadar her şeyi satın almaya çalıştığı haberlerde yer aldı. Bu aşırı rağbetin sebebi yeniye olan ilgiden ziyade çok cazip ürün fiyatlarıydı, pazara güçlü bir giriş yapmak için böyle bir strateji seçilmişti. Tüketicin çok hoşuna giden bu fiyatlar rakiplerin pek hoşuna gitmeyince fiyatlarda damping yaparak haksız rekabete yol açıldığı gerekçesiyle konu Rekabet Kurulu’na da taşındı ancak herhangi bir ihlal olmadığı sonucuna varıldı.
Yine muhtemelen takip ettiğiniz üzere geçtiğimiz haftalarda 3G adı verilen ve cep telefonu hizmetlerinde üçüncü nesil teknolojiyi temsil eden yeni ürün ve hizmetlerin başlatılmasına yönelik lisans ihalesine sadece Turkcell katıldı ve kazandı. Ancak Telekomünikasyon Kurumu henüz Rekabet Kurumu bir sakınca görmemişken sadece bir kurumun lisans ihalesine katılmasını rekabet açısından ilerde telafisi çok zor zararlar meydana getirebileceği gerekçesiyle iptal etti.
Rekabet hukuku son yıllarda çok önemli bir hale geldi. Konuyla ilgili güncel ya da klasikleşen örnekler çoğaltılabilir: Lig maçlarının yayın sözleşmesinin yeniden ihaleye çıkılmadan yenilenmesine itiraz edilmesi, bazı Avrupa ülkelerinde bakkal tarzı geleneksel mağazaların büyük marketlerin ezici gücü karşısında zor durumda kalarak hipermarketlerin şehir dışı kesimlerde açılabilmesi kısıtını talep etmeleri veya Microsoft’un başını kurtaramadığı tekel davaları diğer birkaç vaka.
Hangi piyasa faaliyetinin haksız rekabete yol açtığı hangi durumun ise –bazı işletmelerin iflasına neden olsa bile-  rekabetin doğal bir sonucu olduğuna hükmetmek düzgün bir rekabet mevzuatını gerektiriyor. Rekabet hukukun temeli 1890 yılında Amerika’da senatör Sherman’ın hazırladığı yasayla atılmış. Sherman, çıkış noktasını kongrede kısaca şöyle özetlemiş: “Piyasa gücü tek bir adamda toplanırsa, kral gibi olur, biz devlet biçimimizde krallık istemediğimiz gibi ekonomik hayatta da rekabeti engelleyecek ticari bir diktatöre izin vermemeliyiz”.
Amerikan hukukunda da, AB mevzuatında da Gümrük Birliği vesilesiyle Türkiye’ye de AB’den adapte edilen Rekabetin Korunması Hakkında kanunda temel olarak iki şey engellenmeye çalışılıyor; biri Kartelleşme diğeri ise ‘Hakim Durumu Kötüye Kullanma’. Kartelleşme ile iki ya daha çok teşebbüsün anlaşma ya da birbirleri ile uyumlu eylemlerle piyasadaki rekabet ortamını sınırlaması kastediliyor, örneğin iki firmanın fiyatları ortak belirleyerek satış bölgelerini paylaşıp diğer oyuncuları sektörün dışına itmeye çalışması gibi. Burada önemli olan bir nokta da Karteli oluşturan şirketlerin aralarında yazılı bir protokol ya da iletişim kayıtları olması gerekmiyor. Rekabet Kurumu şirketlerin ekonomik gerekçelerle açıklayamadığı fiyat değişimleri, kampanyalar, segment paylaşımları gibi stratejik adımlarında paralellik gözledikleri anda ‘uyumlu eylem’ hükmüne varabiliyor ve kanuna göre, aksini ispat etmek suçlanan şirketlerin yükümlüğü oluyor. Hakim durumun kötüye kullanılması ile de belirli ürün ve bölgelerde yüksek pazar payı olan şirketlerin tekel şeklinde hareket ederek yine rekabet ortamına ve tüketiciye zarar vermesi ifade ediliyor ve engellenmeye çalışılıyor.
Gerek denetim açısından olsun gerek izin ve kararlar açısından önemli yetkilere sahip olan Rekabet Kurumu önümüzdeki ay kuruluşunun 10. yılı doldurmuş olacak. Kanun kapsamındaki cezalar şirket cirosunun %10’u gibi en büyük ölçekteki kurumları bile zorlayacak oranlarda tatbik edilebiliyor. Kürselleşme ve bilgi ekonomisi bir yandan büyük sermayeli dev şirketler yaratırken bir yandan da piyasalardaki rekabet ortamının işlerliğini tesis etmek ise tüm ülkelerde gittikçe hassaslaşan bir konu oluyor. Bu yüzden, tüm şirketlerin ve bilhassa en az bir segmentte yüksek Pazar payına sahip şirketlerin rekabet hukuku konusunda bilinçlenmeleri, fiyatlama mekanizmaları, şeffaflık, bayi sözleşmeleri, diğer oyuncularla bilgi alış verişi gibi birçok konuyu bu bakış açısıyla gözden geçirmeli ve gerekiyorsa danışmanlık hizmeti almalıdırlar.