Geçtiğimiz salı günü İsrail medyası manşetlerinde İsrail ve Hizbullah arasındaki naaş takası büyük puntolarla yer aldı. Bu adım, uzun vadede daha fazla tutuklunun değişiminin başlangıcı olarak görülüyor.
15 ay önce Lübnanda Hizbullah tarafından kaçırılan İsrailli iki askerin aileleri ilk kez iyimser düşünüyorlar. Eşlerinin ve oğullarının hayatta olduklarını biliyor ve geri dönüşlerinin bir kaç ay içinde gerçekleşeceği umudunu taşıyorlar. Tabii Hizbullah, karşılık olarak Lübnanlı ve Filistinli birçok tutuklunun serbest bırakılmasını isteyecek. Alman bir arabulucunun vasıtasıyla çeşitli görüşmeler, sıkı pazarlıklar yapılacağı ve sonucun da olumlu olacağı umuluyor.
İsrail kamuoyu bu soruna gösterdiği ilgiye tezat olarak, ABD Dışişleri Bakanı Condoleeza Riceın bölgeye yaptığı olağandışı ziyarete karşı son derece duyarsız kaldı. Gerçekten de Riceın Kudüs ve Ramallaha yaptığı beş günlük ziyaret diğerlerinden hem süre, hem de görüştüğü kişiler açısından farklı oldu. Rice, koalisyon ortaklarının Filistin taleplerine Olmertin söylediği kadar karşı olup olmadıklarını kendi gözü ile görmek istedi. Eğer öyleyse bile onları yumuşatmak ve karşılıklı taviz konusunda ikna etmeyi denedi.
Bildiğimiz kadarıyla Rice, Şas Partisi Başkanı Eli Yishay ve İsrael Beithenu Partisi Başkanı Avigdor Lieberman ile görüşmesi sonucunda Olmertin ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığına ikna oldu. Yishay, Annapolis Konferansının siyasal değil, ekonomik nitelikte olmasını istiyor. Kudüs meselesi gündeme getirilirse istifa edeceğini söyleyerek tehdit ediyor. Liebermana gelince, İsrailin önceliğinin Gazzeye girmek, Haması saf dışı ederek ülkede yaşayan Arap halkının Filistin topraklarında ikamet etmesini sağlamak olduğu inancında.
Rice durumu gözlemledi
Böylece Rice, durumu bizzat yakından gözlemledi. Bu ay Olmert parlamentoda yaptığı konuşmada, 1967de Filistin mülteci kampı Şuafatı Kudüse katmanın yanlış olduğu şüphesini ilk kez dile getirerek Şuafat ve Arab al Suwaharayı Kudüse katmak çok mu gerekliydi? Bu konuda yasal sorunlar görünüyor dedi.
Her ne kadar düşüncesi doğru olsa da, kamuoyu yoklamaları İsrail halkının büyük çoğunluğunun bu yörelerin boşaltılması ve Filistin Devletinin bir parçası haline gelmesine itiraz ettiğini ortaya koyuyor.
Olmert ve Abbasın uzun süren samimi görüşmelerinden pek fazla bir şey elde edildiği söylenemez. Abbas, Batı Şerianın % 2sinden fazlasını vermeye razı değil. Oysa Olmert, tavizlerin karşılıklı aynı oranda olması gerektiğini savunuyor.
Kudüs konusunda da henüz anlaşmaya varmış değiller. Mültecilerin Kudüse geri dönüşlerinin İsrailin kontrolü altında olmasına da itiraz ediliyor.
Bush karar verecek
Konferansa başkanlık edecek kişinin üç şıktan birini seçmesi bekleniyor: başarısızlık riskine rağmen toplantıyı yapmak; iyi bir bahane bularak toplantıyı bilinmeyen bir tarihe ertelemek veya taraflara ABDnin hazırladığı, anlaşmanın sağlanabilmesi yolunda görüşme tarihlerine ve içeriğine ilişkin ayrıntılı bir belge sunmak.
Suudiler Busha, üçüncü şıkkı seçmesi yolunda baskı yapıyorlar. Kral Abdullahın şartlarından biri Suudilerin yanı sıra Suriye ve Lübnanın da konferansa davet edilmeleri. Ancak ABD Dışişleri Bakanı Rice, Golan sorununun daha geniş olarak ele alınması gerektiğini oysa Annapolis Konferansının ana konusunun Suriye - İsrail barışı değil Filistin sorunları olduğunu vurguladı.
Beyaz Sarayda konu hakkında iki karşıt fikir oluştu. Biri; Ulusal Güvenlik Konseyinde Ortadoğudan sorumlu Elliot Abramsın liderliğini yaptığı ve Filistin sorununa kesin bir çözümün tartışılmasının yersiz olduğu düşüncesinde olanlar. Riceın liderliğini sürdürdüğü diğer gurup ise, barış sürecinin yinelenmesinin tam zamanı olduğunu savunuyor. Bu nedenle Rice, İsrail delegasyonuna başkanlık eden Tsipi Livni ile Filistin Delegasyonu başkanı eski Başbakan Ahmed Kureyin yapacakları görüşmelerinden memnun görünüyor. Ancak Rice, Livninin özellikle Filistinlilerin son derece uç isteklerine çok da taviz vermeyeceğini yakında anlayacak. İsrailliler, Filistinin 6.250 kilometrelik bir bölgeden İsrail yerleşimlerinin kaldırılarak kendilerine verilmesi talebini çok aşırı buluyorlar. Olmert hükümeti istese bile bunu yapacak güce sahip değil.
İsrailli bir yorumcuya göre Bush, görev süresi bitmeden başarıya ulaşmak istiyorsa her iki tarafa bundan üç sene önce Şaronun sunduğu ve Kongre tarafından da onaylanan mektubun metnini sunması gerekiyor. Şaron, İsrailin 1967 sınırlarına dönüşünü beklemenin hayal olduğunu; oradaki İsrail yerleşimlerinin kabul edilmesi gerektiğini; ancak Filistinin de sağlam bir devlet olarak kurulması gerektiğini söylemişti. Bushun 2008de başkanlık süresinin bitmesinden önce sunması ve yürürlüğe koyması gereken plan böyle olmalıdır. Bush, bunu başarabilir mi? Eğer başında Irak sorunu olmasaydı belki başarıya ulaşabilirdi.
Henüz hiçbir sonuca varılamadığını söyleyebiliriz. Annapolis Konferansının gerçekleşmesi de belirsiz. Tarafların konuşulacak konular ve ilkeler açısından ne denli anlaşabileceklerini gelecek günler gösterecek. Bush, tüm gücü ile konferansın olumlu sonuçların alındığı bir süreç olması için çalışacak. Çünkü başarısızlık bölgede yeni bir İntifadanın başlaması gibi ciddi sonuçlar doğurabilir.
Türk- İsrail ilişkileri
Washingtonda Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesinin 1915 olayları üzerine oylamaya gitmesi İsrailde endişe ve üzüntü yarattı. Çünkü İsrailliler Birinci Dünya Savaşında yaşananların kendi anladıkları anlamda soykırım olmadığını düşünüyorlar. Birkaç gün önce Kudüste Ali Babacanın: ABD ile ilişkilerin zedeleneceği bir kararın çıkması, Türkiye- İsrail ilişkilerini de olumsuz etkileyecek sözleri İsrail halkını endişelendirdi. İsrailli diplomatlar oylamanın sadece Türkiyede değil, dünyanın her yerinde Yahudi Lobisinin Washingtondaki gücünün artık sona erdiği kanısını uyandıracağını ifade ettiler. Tabii bu büyük bir kayıp.
Diplomatlar, olayın ciddiyetini kavrayan kişilerin son dakika çabalarıyla oylamanın Temsilciler Meclisinden çıkmasına engel olacağını ümit ediyorlar.
Oylamanın Türk kamuoyunda kaçınılmaz etkilerinin yanısıra Türkiye- İsrail ilişkilerinde yaratabileceği somut sonuçlar iki gelişme sayesinde endişeleri azalttı. Bunlardan ilki Türkiye Genelkurmay Başkanı Büyükanıtın bu günlerde geçmiş İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutzun 18 ay önce Ankaraya gerçekleştirdiği ziyaretin karşılığı olarak İsraili ziyaret edeceğini açıklaması oldu. Büyükanıt askeri güvenlik konusundaki Türkiye- İsrail ilişkilerini gözden geçirecek.
Görüşmede İsrail uçaklarının Suriye operasyonu gündeme gelmeyecek. Zaten New York Times İsrailin asıl hedefinin Kuzey Kore teknolojisi ile silah yapımını sağlayacak plütonyum üreten bir reaktör olduğunu açıkladı.
Her iki ülke açısından sorunların konuşulacağı ziyaretin zamanlaması, iki ülke arasında askeri alandaki işbirliğinin bundan etkilenmeyeceği mesajını veriyor.
Ekonomik alanda da güvenceler alındı. Bundan beş gün önce hükümetin Türkiyede yatırımlardan sorumlu bölüm başkanı Alpaslan Korkmaz Tel Avive giderek Türkiyede yatırım yapmak isteyen birçok şirketin liderleri ile görüştü. Korkmaz Türkiyede kamu alanlarındaki ihalelere daha çok İsrailli firmanın katılmasını istediklerini vurguladı.
Bütün bunlar Washingtondaki oylamanın Türk kamuoyunda İsrail hakkında olumsuz düşünceler yaratabileceğini ancak askeri ve ekonomik alanlarda işbirliğini etkileyemeyeceğini gösteriyor.