Ekim 2007 itibariyle gazetemizin 60. yıl kutlamasını gerçekleştirdik. Şalomun genç yazarlarından biri olarak kutlamanın ev sahipleri arasında olmak benim için bir onurdu. Şalomun bir parçası olmak ve bu pencereden cemaatimize katma değerde bulunabilmek benim için son derece önemli. 7 Ekim akşamında, almanağımızın hazırlık sürecinde veya farklı zamanlarda gazetenin geçmişine dair bilgileri de öğrenmeye başladım. Özellikle Avram Leyonun nasıl çalıştığını, kalemini özgürce kullanmaktan kaçınmadığını ve birçok eleştiri yazısıyla düşüncelerini dile getirdiğini... Kimi zaman okurlarımızdan Şalom yazarlarının, daha eleştirel metinler yazması gerektiğini duyarım. Beklentileri ve geçmişi bir potada erittiğimde, geleceğe doğru bir perspektif geliştirmeye çalışıyorum. Bu süreçteki düşüncelerimi paylaşmak isterim.
Kimi okurlarımızın eleştiri beklentilerine değinmeden önce, eleştirinin kendisini ele almakta yarar var. Tahmin ediyorum ki eleştiri, tarih boyunca olagelmiş en hassas konulardan biridir. Ele alınan konu her olursa olsun, eleştiri hazmedilmesi kolay bir lokma değildir. Hassastır. Eleştiri olarak yöneltilen sözler bir yana, sanki öncelikle eleştirinin altından bir niyet aranır... Gözlemlediğim üzere kısa vadede eleştiri, sahibiyle birlikte algılanır. Ardından ikincil olarak içerik gelir, içerik değerlendirilir. Ortaya konan ürünle, gelen tepki arasındaki ilişki incelenir, bir sentez yapılır. Haklı veya haksız noktalar ortaya konur. Olumlu bir sonuç çıkıyorsa, eleştiri amacına ulaşabilmiş denilebilir; ama birçoğumuzun tanık olduğu üzere, eleştirilerin belli bir tahrip gücü de olmuştur.
Eleştirinin bir sanat olduğunu sıkça duymuşumdur. Bireyleri incitmeden, açık ve şeffaf bir biçimde, belli birtakım noktaları işaret etmek gerçek bir emek ister. Eleştiri, temelinde yapıcı bir süreç için itici bir güç, daha iyi ve doğruya olan inancın ifadesidir. İnsanın kendisini ifade etmesi ise duruma göre, üzerinde fazlasıyla zaman harcadığımız ve sıkıntı çektiğimiz bir sürece dönüşebiliyor.
Günümüzün tüketim dünyasında, beklentilerin yüksek olduğu bir ortamdayız. Bununla beraber çağımızın ve özellikle de ülkemizin geçmekte olduğu dönemin zorluklarıyla yüz yüzeyiz. Kanaatimce, önümüzdeki yıllarda da bu süreç devam edecek; ama karamsar yazacak değilim. 31 Ekim akşamı, Kasım 2003 olaylarında kaybettiklerimizi anarken, bir kez daha birbirimize ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu anladım. Birçok dostumuz, bizi bir arada tutabilmek adına, gönüllü bir şekilde çalışıyor tüm bu zorlu koşullara rağmen.
Eleştiri, hayatın bir parçasıdır; ama söz konusu cemaatimiz, ortak bağlarımız olunca artık, en azından katı bir üslupla birbirimizi eleştirme şansımız yok. Ben buna inanıyorum. Elbette susmaktan söz etmiyorum. Vurgulamak istediğim eleştireceksek, bunu sanatına uygun yapalım. Dengesini tutturamadığımız her söz, zamanımızın zaten gevşetmekte olduğu bağları, kolaylıkla daha da zayıflatabilir. Gücendirdiğimiz her birey, bizi biraz daha azaltır.
Yazar dostlarım adına bir söz söyleyebilecek durumda değilim, ama onların da hassasiyetimi paylaştıklarını hissediyorum. İdari koordinatörümüz Moris Levi, 60. Yıl kutlamamızda, Türkiyemizde gördüğümüz renklerin ve seslerin her biri hem de aynı tonlarda ve oranlarda bizim küçücük cemaatimizde de mevcuttur demişti. Kuşkusuz yeni renkleri, tonları ve oranlarıyla yansıtmaya devam edeceğiz, yayıncılığın doğası da bu değil mi zaten? Bir de bizleri yansıtan kendi rengimiz, kendi dokumuz var, 500 yılı aşkın bir süredir burada olan. Yazmaya, çizmeye, konuşmaya devam edelim. Yeri geldiğinde eleştirelim de; ama ancak en derinlerimizden aldığımız saf, yapıcı güçle. Şüphe yoktur ki bu enerji, doğruluğuna inandığımız amacına ulaşacaktır da.