Kimi medyamızın amansız abartma huyundan olsa gerek, bazen gazetelerde gülünç denebilecek başlıklar okuyoruz. Şimon Peres ve Mahmud Abbas'ın Ankara buluşması ve TBMM'de yaptıkları konuşma tarihte bir ilk olması bakımından sembolik önem taşıyor. Ancak Ortadoğu sorununa yapıcı bir katkıda bulunmak için tiraj simsarlarının "düşman kardeşleri barıştırdık" "yüzyıllık sorunu çözdük" gibi abartılı klişelerinden kurtulup olaylara biraz daha nesnel bakmamız gerekiyor.
Kimi medyamızın amansız abartma huyundan olsa gerek, bazen gazetelerde gülünç denebilecek başlıklar okuyoruz. Şimon Peres ve Mahmud Abbas'ın Ankara buluşması ve TBMM'de yaptıkları konuşma tarihte bir ilk olması bakımından sembolik önem taşıyor. Ancak Ortadoğu sorununa yapıcı bir katkıda bulunmak için tiraj simsarlarının "düşman kardeşleri barıştırdık" "yüzyıllık sorunu çözdük" gibi abartılı klişelerinden kurtulup olaylara biraz daha nesnel bakmamız gerekiyor.
Kudüs ve Ramallah'taki makamları arasında en fazla 20 km bulunan iki liderin barış sürecini tıkayan somut sorunları görüşmek için ne Ankara ne de Washington'a kadar zahmet etmelerine gerek yok. Sorunlar bir- iki kahve ziyaretinde çözülecek kadar basit olsa Ortadoğu çoktan barışa kavuşurdu. Zaten Türkiye'nin de Kudüs ve mülteciler gibi karmaşık sorunlarda arabuluculuğa filan soyunduğu da yok. Ancak Türkiye iki tarafın da güvenini kazanmış bir ülke olarak barışın altyapısının oluşmasına yapıcı katkı sağlayabilir.
Bu nedenle iki lideri Türkiye'de buluşturan en önemli konu, TOBB'nin öncülüğünde yürütülen Ankara Forumu'nun çabalarıyla kurulacak sanayi bölgesidir. Türkiye'nin üstlenebileceği kolaylaştırıcı rolün somut çıktısı olan bu projenin hayata geçmesi taraflar arasında kalıcı barışın sağlanabilmesi için atılacak önemli bir adımdır.
Ortadoğu coğrafyasının içinden çıkılamaz sorunlarının en olumsuz boyutu geçen hafta İstanbul'da yapılan Kudüs Buluşması'nda tekrar karşımıza çıktı. Barışın önündeki en büyük engel ihtilafın her iki tarafında da söz sahibi olan aşırı uçlardır. İstanbul'da yapılan 'Kudüs Buluşması' toprak sorununu siyasi-coğrafi zeminden çıkarıp dini zemine kaydırarak savaş çığırtkanları için bir forum görevi gördü. Bu forum Filistin için 'adalet' isterken bunu yalnızca İsrail'i yok etmek üzerine kuruyor. Yedi milyon nüfuslu İsviçre boyunda bir ülkeyi haritadan silmek anlamına gelecek bu çağrı kutsal topraklarda 'barış' adına yapılıyor. Sanki bir `mucize` olup da İsrail bir anda ortadan yok olsa tüm Ortadoğu'ya barış gelecek, ekonomik sorunlar çözülecek, insan hakları ihlalleri bitecek, demokrasi bir anda gelişecek, halklar artık diktatörlerin altında ezilmeyecek, kadınlar ikinci sınıf insan yerine konulmayacak.
Bütün sorunların odağını İsrail olarak göstererek yapılan "dışsallaştırma" çabası, aslında bölgedeki radikal rejimlerin antidemokratik uygulamalarının yine kendi halkları tarafından sorgulanmasının önündeki en büyük engel.
İsrail'in hiç mi kabahati yok? Tabi ki var… Hem de çok. Başta, işgal altında tuttuğu bölgelere yeni yerleşimler inşa etmek, Filistin halkının ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda gelişmesinin önünü açmamak. İsrail'in 1967'den bugüne işgal ettiği Batı Şeria'da yeni yerleşimlerin kurulması yalnızca Rabin hükümeti zamanında durdu. Ama barış mimarı Rabin de, Enver Sedat gibi bir fanatik tarafindan katledildi.
Ortadoğu'da gerçek mücadele barışı arzulayan idealist devlet adamları ile kana susamış fanatik siyasetçiler arasında yaşanıyor. Savaş çığırtkanları tüm kutsal değerleri kanlı oyunlarına alet edip karşı tarafı yok etmeyi hedeflerken, ılımlı barış yanlıları durmadan çözüm zemini için güven oluşturmaya çalışıyor. Oslo Anlaşması'nın iki mimarı Abbas ve Peres'e `eli kanli terörist` ve `işbirlikçi' yakıştırmalarında bulunan Arap ve İsrail'li fanatikler yalnızca kan ve savaş vaad ediyorlar.
Nefret ve yok etme söylemi üzerinden rant sağlayanlar acı ve yıkım dolu bir gelecek hazırlıyorlar. Oysaki tüm kamuoyu araştırmalari gerek Filistin gerek İsral halkının çoğunluğunun 1967 sınırları temelinde bir çözüm için istekli olduğunu defalarca ortaya koydu. Trakya kadar bir bölgenin iki ülke arasında paylaşılabilmesi için halklar arasında 'güven' duygusunun oluşturulması en temel şart. Türkiye barışın inşasında kolaylaştırıcı ülke olmak için eşsiz bir tarihi altyapıya ve siyasi konuma sahip, yeter ki barışın mimarları desteklesin.