Haftasonu Emre Belözoğlu ve Nihat Kahvecinin futbolun estetik yönüne vurgu yapan golleriyle Norveçi yenip Euro 2008 elemeleri için yeniden avantajlı konuma geçtik. Çarşamba günü Şalom gazetesi evinize ulaştıktan az bir süre sonra Bosna Hersek maçını oynayacağız ve elemelerde çokça karşılaştığımız sürprizlere bu kez izin vermezsek Avusturya- İsviçre biletlerini ayırtmak için önümüzde hiç bir engel kalmayacak.
Bir önceki yazımızda Fatih Terimin elindeki takımın yetenek düzeyine fazlasıyla güvenmesini ve bunun sonucunda da rakip analizine özellikle görece zayıf ekiplere karşı oynarken- eskisi kadar önem vermeyişini eleştirmiştik. Norveç maçına tepeden baktığımızda ise Terimin rakip analizinin başarısı ve bu doğrultuda geliştirdiği taktik, çift forvet, çift önliberolu orta saha gibi detayların çok önüne geçiyor. Uzun zamandan sonra formunun zirvesinde gözüken Terim, uzun Norveçlilere kendi silahlarıyla kafa tutmak yerine takımın boyunu kısalttı, süratli ve yerden oynamayı seven oyuncularla rakibin başını döndürdü. Öyle ki, sahadaki oyuncuların bünyesi yerden oynamaya o kadar alışıktı ki defansımızın - ne yalan söyleyelim, biraz da beklenen- sakarlığıyla yediğimiz gol bile oyunumuzu arızaya uğratmadı.
Son Yunanistan maçının başarısızlığı ve akabinde basının öncülüğünü yaptığı radikal değişiklik tezahüratları sadece Norveç deplasmanında alınan zaferi değil, Türkiyenin Milli Takım düzeyinde düşmeye başlayan başarı ivmesini yeniden yukarılara çıkarmayı mümkün kılacak fırsatları da önümüze getirdi. Norveç maçında sahaya çıkan kadro ve ortaya konulan oyun şu gerçeklerin altını çizmekte: Ersun Yanal ile niyetlendiğimiz ama Terimin gelişiyle ertelenen değişim sürecinin artık kaçınılmaz olduğunu anlamalıyız. Sahada mücadele eden yeniler Semih, Hakan Balta, İbrahim Kaş, Gökhan Gönül, Arda Turan daha önce aksayan bölgelerde oynayan eskilerin (İbrahim Üzülmez, Hakan Şükür, Fatih Tekke, Gökdeniz Karadeniz, vs.) tek alternatif olmadıklarını açıkça ortaya koydular. Bunun yanısıra, beklerin (Gökhan Gönül ve Hakan Baltanın) gösterdikleri üst düzey performans ve Tümer, Yıldıray gibi oyuncuların boşluklarını diğer alternatiflerle (Nihatla forveti ikileyerek veya maçın ilerleyen dakikalarında bu bölgenin 3.,4. alternatifi olan Yusufun bile ortaya koyduğu işlevsellikle) dolduruşumuz üzerine basa basa gösterdi ki, bu takımın hatta ülke futbolunun problemi senelerdir bize ezberletilen Sergen tipi yaratıcı orta saha veya yırtıcı, bitirici forvet değil. Bu takım Hamit tarzı görev adamlarına ihtiyaç duyuyor. Ve bu maçın diğerlerinden ayrıldığı noktalardan bir tanesi de bu kez Hamite Gökhan, Hakan gibi yeni isimlerin katılması, Emrenin de bildiğimiz Aurelionun yanında komple orta saha oyuncusu düzeyine yakın oynamasıydı.
Umarız bir terslik olmaz da önümüzdeki yaz futbol şöleninin bir parçası olma şansına erişirsek, erkenden kupa naraları atmak yerine sakin olup kalan az zamanı yaza kadar eski ve yeni mücadeleci oyuncuları birbirine kaynaştırmakla geçirmeliyiz. Türkiyenin diğer dünya ülkelerinden ayrıldığı nokta futbola kattığı ruh ise bu ruhun kendine aşırı güvenle değil, mücadeleci oyunla bir kazanma faktörüne dönüştüğünün farkına varmalıyız. Türkiye ilk kez Sergenleri, Hakanları değil sahanın gölgede kalan taraflarında oynayan elemanları, Gökhan Gönülleri konuşmaya başladı ki bu dünyada değişen futbol kompozisyonuna ayak uydurmamız adına umut verici bir gelişme.