Günün kaç saatini bilgisayar ekranının başında geçirdiğimi hiç düşünmedim. Teknik konularda bir deha olmadığım için ekran bağımlısı da değilim. İletişim sınırları içinde geçinip gidiyordum. Ta ki, hayatıma Facebook girene kadar!
Bildiğiniz üzere, Facebook, Mark Zuckerberg adlı Harvardlı bir öğrencinin arkadaşlarıyla iletişim sağlamak için hazırladığı bir programdı. Zaman içinde bu ağ genişledi ve birçok üniversiteyi içine aldı. Sonunda tüm dünyaya yayıldı.
Bir ay kadar önce Facebooka üye olmak için bir davet aldım. Giriş o giriş. Merak ne kadar şeytanca bir duyguymuş. Bir yandan birçok tanıdığı karşınızda buluyor, diğer yandan konuşmak istemediklerinizi tek bir tuş ile ignore ediyorsunuz. İnanılmaz bir güç veya popülist deyimle: şaka gibi. Düşünsenize gerçek hayatta muhatap olmak istemediğiniz şahıslar sanal dünyada bir tıkla yok oluyorlar.
Dahil olmak istediğiniz, ilgi alanınıza giren sayısız grup var. İlk katıldığım grup, Büyükadalılar, ardından over 45 (kırkbeş üzeri olanlar) sonra da okul arkadaşlarımdı. Zamanla zincirin halkaları uzayıp gitti. Bu yazının bir kısmı İngilizce sözcüklerden oluşacak. Başka seçeneğim yok, zira şimdilik Facebookta kullanılan dil bu.
Her ne kadar, geçenlerde Radikal 2de tiyatro yazısı yayınlanan ve bundan gurur payı çıkardığımız Perspektif sayfası yönetmenlerinden David Ojalvo, 45 üzeri ekibe Facebook Kursları (!) düzenliyorsa da sabrının sınırlarını zorlamak istemiyoruz.
Ciddi sohbetler kişisel fotoğraf albümleri vs.nin yanısıra hoşluk olması açısından arkadaşlarınıza gönderebileceğiniz objeler veya temenniler de var. Seçenekler neredeyse sonsuz. Örneğin: hug, kiss, kick... açıklaması: A arkadaşı Bye sarılıyor / öpücük yolluyor / tekme atıyor.
İşte bu basit hoşluklarda fena halde takıldım. Herkes yolluyor, ayıp olmasın diyerek bir yanlışlık yapacağımı bile bile denedim. Teknik deha ufak bir felaket yaşadı. Geri dönüşüm olmadı. Nasıl olsun? Büyük olasılıkla, gereksiz otuz kişiye sarıldım (hug); bir kaçına tekme attım (kick); tek bir kişiye de balbakağı fırlattım (throw a pumpkin); o da kime rastgeldi, hiçbir fikrim yok!
***
Şaka bir yana Facebook çılgınlığı aldı başını gidiyor. İnsanda bağımlılık yarattığı da bir gerçek. Zira çoğu kişi bunu yaşantısının bir parçası haline getirdi.
Her tür olayda çabuk etkilendiğim ama hemen ardından geri çekilip karşıdan bakmaya çalıştığım için hayatımda bir bağımlılıktan fazlasına yer olmadığına karar verdim. Dolayısıyla artık ben Facebooka değil, o bana bağlı olacak...
Ayrıca, korkarım bu yeni akım, ilerde baş ağrısı da yaratabilecek. Zira içinde kişilere ait çok fazla özel datalar içeriyor. Bunların nasıl kullanılacağı da soru işareti.
***
Dikkatimi çeken bir başka ayrıntı da çoğu insanın Facebooka iş saatlerinde girdikleri. Tabii, bunun aksini de görmek mümkün. Yani aradığınız kişi o anda işte ve sizi yanıtlamıyorsa, 1x1 boyutundaki resminin yanında: Tilda şimdi çalışıyor (Tilda is at work) yazısı karşınıza çıkacak.
***
Biraz da gerçek hayata dönelim. Günlerden Pazar. Bir aile büyüğümüz Or- Ahayimde yatıyor. Ortam ne kadar iyi olursa olsun, hastane odaları neşe kaynağı değildir. Aniden koridorda 10- 11 yaşlarından bir grup çocuk belirdi.
Meğer hasta ziyaretine gelen UOML öğrencileriymiş. Her odaya tek tek girdiler. Hatır sordular ve birer küçük şişe kolonya bırakıp gittiler. Bir anda solunan hava değişti. Gerek hastalar, gerekse hasta yakınlarının bu ince düşünceyi ne denli takdir ettiklerini anlatamam. Gençlik; umudu, yaşamı simgeler. Hastaların da bakım kadar moral desteğine de gereksinimleri var.
Ulus Özel Musevi Lisesi yöneticilerini ve bu vesileye yer verdikleri için Or- Ahayim Hastanesi yetkililerini kutlarım.