Annapolis kime yaradi?

Haymi BEHAR Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Annapolis “Barış” toplantısına  49 ülke katıldı.
Upuzun listede kimler yok ki?
Dışişleri bakanı Babacan’ın temsil ettiği Türkiye,
Türkiye’nin bulunduğu her ortamda boy göstermeye hevesli Yunanistan,
AB, Çin, Hindistan, Rusya, gibi “küresel oyuncular”,
İsrail ile barış antlaşması imzalayan Mısır ve Ürdün,
Toplantıya dışişleri bakanı düzeyinde katılan Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonzya, Cezayir, Fas, Katar, Lübnan, Malezya,  Pakistan, Suudi Arabistan, Umman, Tunus ve Yemen,
Suriye’den Dışişleri bakan yardımcısı ve Sudan’lı bir Büyükelçi
Pekâlâ da, 60 yıldır İsrail’i resmen tanımayı red eden bu 14 ülke ne oldu da “baş düşmanlarıyla” aynı masaya oturmaya karar verdiler?
Yanıt tek bir kelime:
İran.
Bu ülkenin son yıllarda hızla artan stratejik gücü ve Ahmedinejad’ın Arap kamuoyunda Nasrallah’la birlikte en popüler lider olarak anılması Arap liderlerinin telaşlandırmaya yetti.
Aslına bakarsanız, 2002’den beri, Taliban’la savaşan ve Saddam’ı deviren ABD, İran’ın doğu ve batısındaki en önemli iki düşmanını ortadan kaldırarak “şer ekseninin baş aktörü” ilan ettiği bu ülkeye en büyük yardımı kendisi yapmış oldu.
Irak’ta El Kaide’nin körüklemesiyle artan Şii- Sünni çatışması bölgesel mezhep bir krizinin emareleri olarak görüldü. 
İsrail’i yoketme hedefini her fırsatta tekrarlayan Ahmedinejad bir taraftan da düzenli olarak ülkesinin nükleer enerji üretme yolunda ulaştığı başarıları dünya kamuoyuna duyurarak ülkesini manşetlere taşıdı.
2006 yazında yaşanan Hizbullah – İsrail savaşı, Arap başkentlerinde, İran’ın Ortadoğu’da artan gücünün açık bir ifadesi olarak algılandı. Savaşın başlangıcında Hizbullah’ı  saldırgan ilan eden Suudi Arabistan, geçtiğimiz 6 Eylül gecesi İsrail’in Suriye’ye yaptığı hava saldırısını kınamaya gerek dahi görmedi.  Arap Ligi de hiç çıt çıkarmadı.
Anlaşılıyorki İran’ın nükleer silah üretme ihtimali Arap ülkelerini, İsrail’in varolan nükleer silahlarından çok daha fazla korkutuyor.
Arap dünyası ve İsrail’in tehdit algılamasındaki ortak paydayı fırsat belleyen ABD yönetimi ise tarafları “barıştırmak” için bastırıyor.
Kariyeri başarısızlıklarla sona eren her ABD başkanı gibi Bush da son bir umut İsrail- Arap sorununda barış havariliğine soyunuyor.
Bush yönetimi tarafından muhattap alınmaktan memnuniyetini gizlemeyen Suriye ise İran ile sürdürdüğü stratejik ortaklığın yanında Arap ekseninden de çıkmak istemediğini gösteriyor.
Olmert, başında demoklesin kılıcı gibi sallanan Winongrad Raporu ve üç yolsuzluk soruşturmasından, kendi kamuoyuna barış hayalini pazarlayarak yırtma çabası içinde
Mahmud Abbas’ın ise Gazze’de Hamas tarafından düşürüldüğü küçültücü durumdan kurtulması şart. Filistin lideri de halkına gelecek seçimler öncesinde bir barış hikayesi satmak zorunda.  
Bu nedenlerden ötürü, bir halkla ilişkiler etkinliği havasında geçen Annapolis toplantısı en çok Abbas- Bush ve Olmert’e yaradı.
Urfa’lı İbrahim’in torunları arasında yüz yıldır süregelen kardeş kavgasını bir bir çırpıda çözmek hayal. Ancak Annapolis zirvesinin en başarılı sonucu Filistin- İsrail meselesinin en çetin müzakere konularının da (mülteciler ve Kudüs’ün paylaşımı) dahil olduğu bir dizi sorunu 2008 sonuna kadar sonuca bağlama hedefidir.
Ortadoğu gibi tarihlerin sürekli ötelendiği bir yerde 2008 yılı sonuna kadar tüm meselelerin halledilip nihai bir barış antlaşmasının imzalanacağına inanmak için çok  iyimser olmak gerek. 
En azından barış konuşmaları savaşa tutuşmalarından çok daha iyi.