Sokaktan satıcının sesi yankılanıyor. Kokinalar yılbaşı yılbaşı; kokinaaa geldi hanımm diye bağırırken, küçük kırmızı topları ve diken gibi batan nefti yeşili yapraklar hemen gözümde canlandı. Onlar canlandı da, yılbaşı ne zaman geldi, onu bir türlü anlamadım. Gerçi daha 19 gün var, ama...
Evime ilk (ve son) kokina alışımı anımsıyorum. Yılbaşı süslerine heveslenen küçük bir delikanlıya eve çam ağacı almayacağımızı ifade etmiştim. Kokina almakta ise engel görmemiştim. Koca demet evdeki en büyük boy kristal vazoya ancak sığmıştı. O dönemlerde evlilik listeleri icad edilmediğinden, bizim nesil evliler bol miktarda sevimsiz kristal vazo ve daha da kötüsü gümüş gondol sahibi olduk.
Neyse ki, annem akılcı davranıp, Kapalıçarşının yolunu tutarak gondolları değiştirmişti. Kristallerden kurtulmak ise kısmet olmamıştı.
* * *
Yılbaşı bir zaman aşımı mı, yoksa aşaması mı bilemiyorum. Kademeli olarak değişen bir mevhum sanırım. Salı günü Teşvikiye Camiinde Perizat Banguoğlunu son yolculuğuna uğurladım. Banguoğlu, lisede edebiyat öğretmenimdi. Rahmetli eşi Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu eski Milli Eğitim Bakanlarımızdandı. Türk diline sonsuz hizmet veren Banguoğlu Ailesi ile konuşmak, kendini bilen herkes için bir ayrıcalıktı. Perizat Hanım zarif, alçakgönüllü, çabuk üzülen ama öğrencilerini asla üzmek istemeyen bir hanımefendiydi. Onun bir neslin son temsilcilerinden olduğunu yıllar sonra anlayacaktık. Çok uğraştı bizimle. En büyük armağanı bizi edebiyatı, okumayı çok seven bir sınıf olarak mezun etmesi oldu.
Camiide aileye taziyelerimi sunarken, adımı söylemek yerine, mezuniyet tarihimi belirttim. Öyle sevindiler ki...
Kaç yıl geçti mezun olalı...
Avluda çevreme baktım. Eğitim camiası, dost akrabanın yanısıra birçok tanıdık sima vardı. Yüzler değişmişti tabii. Ama ifadeler aynıydı. Bir zamanki adıyla Üsküdar Amerikan Kız Lisesi öğrencileri, çok sevdikleri Perizat Banguoğlunu bugün yalnız bırakmak istememişlerdi. Hocam, az mı uğraştınız: Mefûlü, mefâilü, feilûn... dedirtmek için. Ruhunuz şad olsun.
* * *
Moda Vakkodur. Bu slogan ne zaman yaratıldı, hatırlamıyorum. Çocuk yaşlarımda annemle Vakkoya gitmek çok keyifli bir olaydı. Bütün katlar dolaşılır ve en sonunda kumaş reyonunda uzunca vakit geçirilirdi. Çıkışta Hacıbekire gider, badem kurabiyesi ve nane şekeri alırdık. Böyle bir ritüeldi Vakkoya gidişler. Vakkodan bana alınan ilk elbise, dayımın düğünü içindi. Çok genç de olsam Düzgün bir kıyafet için Vakko, doğru yerdi.
Şamfıstık yeşili bir elbiseydi... Sonraki yıllarda Beyoğluna sadece Vakko için gider olduk. Her gittiğimde, muhakkak gördüğüm iki kişi vardı. Vitali Hakko ve Alberto Elhadef. Asla bir yerde oturduklarını görmedim. Vitali Hakkonun müşteriye farklı bir yaklaşım tarzı vardı. Müşteriye hep özel olduğunu hissettirirdi.
Yaratıcılık; risktir, cesaret ister. Bir aile şirketinin kurumlaşması çok güzel bir olay. Onunla uzun bir zaman dilimi geçirenlere ve ailesine başsağlığı dilerim.
Vitali Hakko bir marka idi, öyle de kalacak.