Zamanın buğulu aynasına baktığımda görünen:
Benim geçmişim...
Belki de geçmiş benim!
Bir başkası göremeyebilir; ama ben, gözbebeklerimin içine, yüzümdeki çizgilere bakarak, tüm geçmişimi olduğu kadar, içinde yaşadığım anı satır satır okuyabilirim.
Belleğim, beni ne denli yanıltmaya çalışsa da, zamanın büyük ustası, yılların izlerini bir heykeltıraş inceliğiyle işliyor yüzüme, bedenime...
Zamanın, suda bırakılmış bir sabun gibi eridiğini görüyorum!
Bu aynaya yansıyan benim zamanım!.. Geçmişim!... Ömrüm!
Dün, bugün ve...
Yarın!
Düşünürler, şair ve yazarlar nasıl isterse nitelendirsinler; zamanda yarın diye bir şey var mıdır, bilmiyorum. Kimi bilim adamları, bilimkurgu yazarları, zaman gezginlerinden ve bunların gerçekleşebilme olasılıklarından söz ediyorlarsa da, bizim kendi yarınımız için ne söyleyebiliriz ki?..
Bu, yoksa beklentilerimiz, umutlarımız ve düşlemlerimiz için bulduğumuz, yaşamın acımasız dalgalarına karşı direncimizi arttıran gizemli bir sözcük mü?
Hele her birimiz, umut ve umutsuzluk arasında gidip gelen bir sarkaç gibi, sürekli geleceğe ertelediklerimizi bir düşünsek...
Bir gündoğumunu nasıl karşılayacağımızı, yeni bir günün nelere gebe olduğunu kim bilebilir?
Daha da ötesi, her doğan yeni günün bizden bir şeyler eksilttiğini... Zamanın azalmasından söz ederken, aslında eksilenin bizim zamanımızın olduğunu biliyor muyuz?
Melih Cevdet Anday dizeleriyle düşünsek:
Oysa ne çok geçmiş var, ne çok zaman
Ne çok gelecek, ne az zaman
Benim, algılama boyutunu aşan bu kavramlar karşısında, beynim o denli güçsüz ki...
Gerçek olan; bugün, yani yaşadığımız an, şimdi...
Jorge Luis Borges, Anlar şiirinde şöyle diyor:
Yaşam Anlardan oluşur, sadece anlardan, ŞİMDİyi yakalayın.
Çoğu kez geleceğin peşinde koşmaktan yaşadığımız anları kaçırıyoruz.
Asaf Halet Çelebiye kulak versek mi?
yaşamak / bu anı yaşamaktır
Yaşıyorum! derken, - nasıl, neden, niçin ile başlayan sorulardan uzak dursak da- yaşadığımızın bilincinde miyiz, yoksa her şey bir alışkanlıkla mı sürüp gidiyor? Bir ırmağın akışında sürüklenen bir yaprak gibi...
Belki Ahmet Necdetin iki dizesi de bize yeni çağrışımlar getirebilir:
Dün yoktu, yarın hiç yok, yaşadığın şu âna
Sahip çıkmazsan eğer o ân da geçecektir.
Algılayabildiğimiz, mutlu ya da mutsuz olduğumuz, kısacası yaşadığımız anın değerini bilebilirsek, gelecekten de bir kaygımız olmayacaktır.