Çin, son çeyrek yüzyılda gerçekleştirdiği ekonomik atılım ve son yıllarda kaydettiği %9`un üzerindeki ortalama büyüme rakamı ile tüm dünya pazarları için bir tehdit ve korku unsuru haline geldi.
Çin, son çeyrek yüzyılda gerçekleştirdiği ekonomik atılım ve son yıllarda kaydettiği %9un üzerindeki ortalama büyüme rakamı ile tüm dünya pazarları için bir tehdit ve korku unsuru haline geldi. Artık hiçbir global ekonomi tartışması ya da analizi Çin gerçeğini yadsıyarak yapılamıyor. Elbette mevcut ya da öngörü niteliğindeki değerlendirmelerde hammade, verimlilik, çalışan ücretleri, ihracat, uluslar arası kotalar, teknoloji transferi, doğal kaynaklar, dış yatırım, para politikaları, sektörler gibi birçok açılımı konu etmek gerekiyor. Sürdürülebilir büyümedeki bir diğer önemli faktör de yetiştirilen yönetici/lider kadroları ve Çinde devlet, üniversiteler ve şirketler bu konunun ne kadar kritik olduğunun farkında.
Ekonomik büyümeye paralel olarak geçtiğimiz dönemde Çinde tam bir eğitim patlaması yaşandığını söyleyebiliriz. Bu patlamanın en göz önündeki parçası da yönetim becerilerini günümüz iş dünyası ihtiyaçları doğrultusunda geliştirmeyi amaçlayan lisans üstü seviyesindeki en popüler eğitim olan MBA programları. Çin MBA programlarını yaygınlaştırarak ve eğitim kalitesini yükselterek hem yerli şirketlerinin dünya standartında profesyonellerce yönetilebilmesini hem de Çin pazarına yatırım yapan yabancı şirketlerin batı yönetim hünerleriyle donatılmış ancak lokal koşulları da bilen yönetici talebini de karşılamayı amaçlıyor. Ayrıca Çinde MBA derecesi alan bireyler Amerika başta olmak üzere dış pazarlarda da aranan yönetici adayları olmaya başlıyor.
Businessweekin yaptığı Amerika dışı en başarılı Executive MBA (iş tecrübesi bulunan ve çalışmakta olan profesyonellere yönelik MBA programları) listesinde Pekin Üniversitesi MBA okulu 2000 yılında kurulmuş olmasına rağmen 8. sırada bulunuyor. Son 5 yılda bu okula çalışanlarını finanse ederek gönderen ilk beş şirket Hewlett-Packard, China Mobile, Nokia, Motorola ve IBM. Pekin ve Şangaydaki en iyi MBA okullarının dekanları başarılarının sırrı konusunda aynı şeyleri söylüyorlar: Amerikan müfredatını iyi uygulamak ve yerel öğelerle geliştirmek, her sene mutlaka batı üniversitelerine kayda değer adette ziyaretçi öğretim görevlisi göndermek ve "Vaka Çalışması" odaklı tartışmaya açık bir eğitim sistemi yerleştirmeye çalışmak. Aynı listeye Türkiyeden girebilen tek Executive MBA programı 50li sıralardaki Koç Üniversitesi.
Elbette bu tarz eğitim programlarının kabuğuna çekilmemesi ve uluslarası etkileşimlerin merkezine konumlanabilmesi maliyetleri arttıran unsurlardır. Bu noktada insana yatırım yapma kültürünü geliştirmiş şirketlerin çalışanlarına bu imkanları tanıması çok önemli. Öte yandan bu şirketler de yapacakları yatırımın geri dönüşünü kestirmeyi istemekte haklılar, yani aslında ortada birbirini tetikleyen karşılıklı süreçler var. Türkiyede tüm eğitim harcamalarının GSMH içindeki %2,1 civarındakı oranı ise küresel pazarda rekabetçi bireyler yetiştirmenin ülke stratejisinin henüz güçlü bir sesi olmadığını gösteriyor.
Çinin artan rekabet gücü söz konusu olduğunda her zaman ilk telaffuz edilen sektör tekstil, ancak Çinin ihraç ettiği ilk 10 ürün içerisinde sadece ikisi tekstil ürünü; elektronikten, ofis ürünlerine, yedek parçaya kadar çok çeşitli alanlarda rekabetin artacağı kesin. Düşük fiyatlarla yarışmanın daha kaliteli ürünler geliştirmeyi, markalaşmayı daha fazla patente sahip olmayı gerektirdiği herkesin malumu. Bu noktada kaliteli insan gücü yaratmak için iş dünyası, üniversiteler ve devletin eşgüdümü ve işbirliği çok kritik rol oynayacaktır.