100. doğum yılı kutlanan Jean Paul Sartre, hayati boyunca kafası karışık yaşayan ve ölümüne doğru tüm geçmişte kalan fikirlerini neredeyse reddeden, yüzyılın en ayrıksı düşünürüdür. Günümüz terörün sefil sonuçlarını gördüğümüzde bizim kafalar da iyice karışıyor. Hem Bush, hem de teröristler `Tanrı bizimle` diyorsa, ``hani, `Tanrı tektir, birdir`?`` diyemeden alıkoyamıyoruz kendimizi ve `Bulantı`yı hatırlıyoruz.
"Antoine Roquentin deniz kıyısında yassı çakıl taşlarını denize atıp, sektirerek eğlenmektedir. Yeniden taş atmak için eğilir, aldığı taşa bakar; bir yüzü kurudur taşın, ama öbür yüzü nemli, çamurlu ve yapışkandır. Birden bir bulantı duyar ve taşı hemen atar"...
Uzun sayılacak bir taksi yolculuğundayım. Günümüz terör olaylarını ve sefil görüntüleri, mağdur insanları gördükçe doğumunun yüzüncü yılının anısına Jean Paul Sartre`ın "Bulantı" romanını ve kahramanı Roquentin`i hatırlamadan edemiyorum.
Sartre şöyle diyecektir romanla ilgili olarak: "Dünya düzensizdir, pistir ve karşı duran bir şeydir. Dünyada iyi gitmeyen bir şey var; insana göre uyumlu kurulmamış, tersine; zalim, acımasız, düşmanca ve şaçmadır. Birçok insan yapışkanlık içinde yaşar. Ancak bulantı bizi uyandırır, yapışkanlıktan kurtarır. Bu, varoluşun ilk adımıdır."
Bu varoluş bilinci ve akabindeki bulantı bazen kafa karışıklığına da yol açıyor galiba! Başkan Bush da, teröristler de Tanrı`nın kendi yanlarında olduğunu söylüyorlar. Peki hani `Tanrı birdi,` hani `Tanrı tekti`? O halde Tanrı kimin tarafında??!!
Taksi şoförü, belli ki sıkılmış, konuşmak istiyor. "Abi geçen gün gezdirdiğim turist, Türkiye`nin kafası çok karışık dedi. Sokaklarda dünyanın hiçbir yerinde görülemeyecek derin farklılıkların, keskin uçların olduğunu söyledi." Turist haklıydı. Bireyler gibi, ülkelerin de kafaları pekala karışabilirdi. `Ah, Atatürk yaşasaydı` deyince ben konuyu uzatmayıp Sartre`a dalıyorum...
20. yüzyılın bu en ilginç düşünürün aslında kafası da olağanüstü karışık bir süreçler zinciridir. `Varlık özden önce gelir.` diyerek binlerce yıllık inanışı çökertmeye çalışır. "Bir masanın özü vardır ve bu öz için varolur. Ama insan böyle değildir. İlk önce varoluruz sonra özgürlüğümüzü kullanarak yapacağımız seçimlerle özümüzü oluştururuz." dediğinde varoluşculuğu ateizmle suçlanır. Hiç gocunmaz zira zaten Tanrı`yı, Nietzsche 50 yıl önce `öldürmüştü.`
Varoluşçuluk özgürlük bağlamında Marksizmden ayrılmasına rağmen zamanla Fransız Komünist Partisi`nin ve Stalinist Rus rejimini destekler. ABD`yi ziyaret ettiğinde ülkeye hayran kalır ama Rozenbergler`in idamı yüzünden Amerikan karşıtı olur. Lakin, yaman bir çelişki olarak ne Rus komünistlerinin Macaristan ve Çekoslovakya işgalini kınar, ne Rusların, çoğu Yahudi olan Çek ve Macar aydınlarını kurşuna dizmesine laf eder, ne de Stalin`in ölüm kamplarından, Gulag takım adaları sürgünlerinden bahseder.
Çağdaşı ve arkadaşı Albert Camus bütün bu çelişkileri suratına çarptığında ona küser. Giderek kafası karışır ve Stalinizmi terkederek, Maoculuğa döner. Ama en büyük `karşı devrimi`ni sekreteri olan Mısırlı Yahudi Benny Levi`nin etkisinde yapar. Yahudiliğe ve onun başlattığı tek Tanrıcılık kavramına takılır ve orada kalır! Kendi deyimiyle, bir varlıkbilimin, bir ahlakın, bir direniş düşüncesinin ana çizgilerini bulduğu Tora`yı ve Yahudi felsefesini över ve Yahudi Mesihçiliğinin, insanın tek kurtuluşu olduğuna karar verir.
İnanılır gibi değildi ama gerçekti çünkü kimilerinin aksine akli melekeleri sapasağlamdı bu yolu anlatırken. Başta, `ömür boyu` sevgilisi olan Simone de Beauvoir olmak üzere, tüm Sartre`çiler yıkılır. Benny Levi`yi, `Tanrı`larının` kafasını karıştırmak ve zehirlemekle suçlarlar. Olay uluslararası bir skandala dönüşür 1975`te düşün dünyasında...
Taksi şoförü birden uyandırır;
"Abi, biliyor musun, en çirkin genç bir kız, en güzel bir kadından daha çekicidir! Geçen gün evli bir arkadaşım bunalıma girip doktora gitmiş. Ne desin istersin? "Tek çare bir sevgili bulman!.."
Belli ki, şoförün de, arkadaşının da, hatta doktorunun da kafası karışıktı!..
Sartre 60`lı yaşlarında, İstanbullu genç bir Yahudi kızı olan Arlette Elkaim`i evlatlık edindiğinde herkes onun gizli sevgilisi olduğunu söylemişti. Yani Sartre`un kafası hep karışıktı velhasıl...
"Benim sevgilim yakında dönüyor" dediğimde "helal be abi" der şoför gözleri faltaşı gibi açılarak.
"Ama bu sene sevgilim yine ve yeniden şampiyon olacak", dediğimde ise hüzünlü ve aldatılmışlığın izlerini taşıyan bir kahkaha fırlatır.
Anlaşılan, bu dünyada herkesin kafası çok karışıktı.
Jean Paul Sartre 1980`de 75 yaşında öldüğünde cenazesine 50 bin kişi katılır.
Tahminen hepsinin kafası karmakarışıktı...