12 Eylül 1980nin, yani darbenin hemen sonrası günlerdi. Damı bile siyah olan, erkek fransız lisesinden sonra okuduğum, olağanüstü Boğaz manzaralı, yemyeşil ve üstelik sanki hayatımda ilk kez karşı cinsi algıladığım ünlü üniversitenin birinci yılı bitmişti.
Başka yerlerde katliamlar olurken özgürlüğün alabildiğine cömert davrandığı "rüya" üniversitenin sosyete kahvesine burun kırar, Türkiyeyi nasıl daha ileriye götürülebileceğimizi, Atatürkün kurduğu çağdaş ve güzelim ülkenin neden bu hale geldiğini tartıştığımız halk kahvesinde darbenin getirdiği havada tartışıyoruz. Birden bir arkadaşım, "Cumhuriyette Atilla Dorsay senin mektubunu yayınladı" dediğinde ilk kez aşık olan aptal oğlan misali kalbim yerinden oynamıştı. "Yabancılaşma" üzerine, Dorsayın bu bağlamdaki yazısına atfen, "ben de yabancılaşıyorum, bu topluma, bu hayat tarzına" satırlarını döktürdüğüm yazımı görememiştim. Zira, darbe sonrası, aynen öncesi gibi bu gazeteyi taşımak, okumak sorun teşkil edebilirdi. Velhasıl, hayatıma neredeyse ilk sevgilim olan
Cumhuriyetteki yazımı hiçbir zaman göremedim. Zira bir kaç gün sonra de gazete kapatılınca şansım kalmamıştı.
Yabancılaşma sorunu ekseninde kendi çapımda Türk toplumunun, salt tüketerek yaşayan, Atatürkün çizdiği uygarlık yönünde hiçbir çaba göstermeyen gençliğini eleştirmiş ve nasıl yeni dönüşümler yaşatılabileceğine dair, gençlik aşkının itici gücüyle kalem döktürmüştüm.
Olmadı, o yazı hayatımda hep bir
ıskalanmış aşk hikayesi olarak boğazımda hep bir düğüm olarak kaldı
Okumaya değer tek gazete olarak görmüştüm Cumhuriyeti 15 yaşından beri. Rahmetli büyük dayımla o yaştan beri girdiğimiz, solculuk, sağcılık, ilericilik, tutuculuk tartışmalarında hep bu sevgilimin referansları ile altetmeye çalışırdım koca güngörmüş insanı. "Sen bu yaşta nereden biliyosun tüm bunları?" dediğinde, gazeteyi gösterir ama "vay seni komünist" damgası yerdim.
Lise yıllarımda, sağ-sol kavgasının giderek kanlandığı ortamlarda sevgilimi kolumun altında taşımak büyük cesaret isterdi. Hele Kadıköy-Karaköy vapurlarında çok kere nefretle bakan gözleri yüreğimde hissettiğimde "bu ülke nasıl düzelir Tanrım?" hezeyanları eşliğinde Boğazın mavi sularına dalar giderdim yitik hayallerimle beraber
Uğur Mumcu, Oktay Akbal, Mümtaz Soysal, Mustafa Ekmekçi, Zeynep Oral, Atilla Dorsay ve hele İlhan Selçuk
Her birini her gün tutkuyla okur, derin hüznün teselli bulmasına izin verirdim. "Cumhuriyet", Atatürkten sonra bu ülkede tek bir çivinin çakılmadığının en çarpıcı tanığıydı benim için. Hele Atatürk devrimlerinden verilen ödünlerin 1970lerde bile ne derece ciddi boyutlarda olduğunu gösteren en büyük Atatürk öğretmeniydi "Cumhuriyet"
Sonraları, zaman değişti. Bu satırların yazarı da belki değişti, dönüştü veya dönekleşti, ne derseniz, deyin
Hayallerini yitiren bir orta yaş Cumhuriyet okuru olarak artık hayatın, insanı yönlendirdiği dönemlere gelinmişti belki de.
Atatürkün büyüklüğünün, onun yaptığı devrimlerin dünyada benzeri olmadığının hala bilincinde olmakla birlikte dünya sorunlarına bakış açısındaki farklı algılama, sevgiliyle aramızı bozdu. Hani, her aşk tüketilir misali bir soğuma değildi bu. Cumhuriyet, tüketilecek bir sevgili değildi hiçbir zaman. Aksine, hüzne, ıskalanmışlığa ve isyanlarıma derman olan, güzeli ve doğruyu arama yolunda büyük tutkuyla herdaim bağlı kaldığım bir gazeteydi.
Ama olmadı; süremedi ilelebet bu aşk. Bir doku uyuşmazlığı oldu herhalde. Değişime direnç, yollarımızı ayırdı.
Hayat sürekli gelişim gösteren bir mekanizmaya sahip olmadığı müddetçe gerçeklerden kopuyor. Bilim tarihi buna en iyi örnek değil mi?
Arada bir, onu özleyip elime aldığımda, yüz hatlarım yumuşamıyor, sevinemiyorum bir türlü. Zira maalesef uzaklardayız birbirimizden. Gericiliğe karşı amansız mücadelesine ise büyük saygı duymaya devam ediyorum
Hasan Cemalin Cumhuriyet gazetesi ile ilgili son kitabı aslında sübjektif olmasına ve yaşamayan insanlarla ilgili bazı maksadını aşan nitelemelerine rağmen aslında Türkiyedeki değişim mücadelesinin simgesel ağırlığını taşıyor. "CumhuriyetI çok sevmiştim", gençliği ve hayalleri hatırlatırken, artık düş bile görememenin yoksunluğunu da hissettiriyor
John Lennon tam 25 yıl önce öldürülmeden az önce Hayal edin sözleriyle gençliğin umuduna bayraktarlık yapıyordu.
Öldürüldüğüne göre, hayal etmek de ham hayal galiba
"Hayat, biz gelecek için planlar yaparken başımızdan geçenlerdir" demişti bir kez de
Acı ama
gerçek böyle