Yılın son haftasına elimde Eddi Anterin Lilly kitabı ile girdim. Eskiler bize pek bir şey bırakmamış, ne gelenek görenekleri, ne de Trakya olayları, Varlık Vergisi gibi geçirdikleri zor dönemlere ilişkin yaşam koşulları hakkında
Yazmadıkları gibi anlatmak da istemediler, bundan kaçındılar.
40 yaş üstü kuşağın ise giderek daha yaygın bir şekilde anılarını kaleme alması, romanlaştırması ve özellikle 1950 yılı sonrası Türk Yahudilerinin yaşamlarından kesitler sunmalarını bu nedenle kayda değer buluyorum.
Anterin kitabını, annesinin cenaze töreni bölümünde olduğu gibi, çoğu kez paylaştığım duygular içinde ve nostaljik bir dünyada gezinerek okurken sevgili Yayın Yönetmenimiz Tilda Levinın önerisini kulak ardı edemediğimden Roni Marguliesin Bugün Pazar, Yahudiler azar adlı İstanbul Yahudileri hakkında kişisel gözlemlerini ele aldığı denemeyi araya sıkıştırdım.
Margulies kitabında şöyle yazıyor; (
) cemaatin en azından resmi unsurlarından düşmanlık gördüm, anti-semit olmakla suçlandım, self-hater (kendinden nefret eden Yahudi-YB) olduğum söylendi. Ama napalım, beğenseler de beğenmeseler de, beğensem de beğenmesem de, ben bu cemaatin bir ferdi olarak doğdum.
Şair/yazarın siyasal görüşlerini beğenmemek bir yana yadırgayanlardan biri de benim, ama bir solukta bitirdiğim kitabında o denli ortak paydamızın olduğunu gördüm ki açıkçası aynı bütünün parçalarını oluşturduğumuzun ayırdına vardım.
Onun Yeşilköyde kısa bir sahil şeridine sıkıştırdığı gençliğinin dar Yahudi çevresi benim yaşamımda da Nişantaşının Şakayık Sokağı ve Büyükada ile sınırlanmıştır.
Marguliesin kitabında Atatürkün Goldenberg soyadını aynı anlama gelen Altındağa değiştirmesini önerdiği baterist Poldinin oğlu Cozi ile arkadaş olduğunu okumam, ağabeyi Sami Altındağın da benim en candan arkadaşım olduğunu düşündürdü. Ortak dostların varlığı bir rastlantı değil, sadece o dönemde hala içine kapanmış bir cemaatin kanıtı.
Bu hafta DYD tiyatro ekibinin sahnelediği Moiz i Hibernatusu izledim. Jojo Eskenazinin olağanüstü oyun gücünün dışında, Moiz dizisinin yıllardır cemaatimizin gönlünde niye bu denli yer edindiğini irdelediğimizde bence tek yanıt özelliklerimizi ve siu generis (kendine özgü) yaşantımızı başarı ile hiciv etmesidir diyeceğim. Biraz da bizi biz yapan ve kimliğimizi oluşturan öğeler bunlar değil midir?
* * *
13 Aralık tarihli Hanuka ve mucize beklentileri başlıklı yazımda şöyle yazmıştım: 2 Aralık Cumartesi günü Radikal Gazetesinde (
) Güven Kıraç ile gerçekleştirilen söyleşide sanatçı; Bence Yahudiler, Hitlerin yaptıklarının faturasını bütün dünyaya kesiyor. Kin duydukları şeyi kendileri tekrarlıyor. (
) Amerikanın sahibi onlar, Hollywoodun sahibi, her şeyin sahibi. Bunlar sır değil ki
demek suretiyle tüm dünya Yahudilerini hedef haline getiriyor, bildik komplo teorilerini bir kez daha savunuyor ve Ahmedinecad tarzı bir söylem ile antisemit yüzünü açıkça ortaya koyuyor.
Bu başyazımla ilgili gazetemizin elektronik postasına bir mail geldi. Yorumu okura bırakarak Rana Akyıldızdan gelen yazı metnini aynen aktarıyorum: Sanatçımız Güven Kıraçın Radikal Gazetesinde çıkan röportajından bazı kesintilerin yer aldığı bu yazı bizleri de Güven Kıraçı da üzmüştür. Güven Kıraç konu ile ilgili şu açıklamasını size iletmemi rica etti; Ben sanatçı olarak Hitlerin yaptığı soykırımla ilgili nasıl olumlu bir düşünce taşıyabilirim? Bunu vehmediyor olmanızdan hicap duyarım. Söz konusu röportajda bahsettiğiniz paragraftaki cümleler dünyanın her ülkesindeki aşırı milliyetçilere olan tepkilerimdir. Bunu antisemitizmle değil, hümanizmle bağdaştırmanızı isterdim. Dostlukla Hanuka Bayramınız kutlu olsun. Sevgi ve saygılarımla . Güven Kıraç.
Tüm dost ve okurlara barış umutlarının yeşereceği yeni bir miladi yıl dilerim.