Türkiye`de ve dünyada olup biten tuhaflıkları, iyiden uzaklaşan insanın yarattığı sosyal yaraları kafaya taka taka önemli bir başka çığlığı duyamıyoruz. Dünyayı sadece etik olarak değil, teknik olarak da yok ediyoruz. Sinyaller burnumuzun dibinde. Eğer harekete geçilmezse 23 derece eğimi bir daha zor bulursunuz, çünkü başka Dünya yok!
Bir lodos, bir karayel, sonra yine bir lodos, bir karayel... Havalar bile diyalektiğin temel yasasını uyguluyor. Karşıtlığın vazgeçilmez birlikteliğinin heyecanını yaşatıyor kendisine ve bizlere.
Ya bizler ne yapıyoruz? Havaların ve dünyanın sonunu getiriyoruz elbirliğiyle.
Ve galiba bu nedenle günlük siyasi ve toplumsal tuhaflıklara, çağdışı görüntülere, ırkçı, ayırımcı ve giderek faşist yaklaşımlı refleks ve söylemlere çok fazla kafayı takmamak gerektiğini görüyorsunuz. Zira biz bunlara kafa patlatırken işin aslını unutuyoruz.
Birbirinin düşmanı iki ırkçı Le Pen ve Dieudonnenin Fransa seçimleri öncesi biraraya gelip el sıkışmalarının izahatını yapsanız ne değişecek? İkisinin de Yahudi düşmanlığı çimentosuyla kameralara mutlu birliktelikler pozlarını vermelerini kafayı takmak mı gerekli? Veya saf İspanyol Başbakanı Zapateronun sürekli İsrailin Haması tanıması gerektiğini ağızında çiklet yaparken, terör örgütü ETAnın ülkesinde eylem yapmasından sonra teröristlerle diyalog olmaz demesine gülseniz ne fark edecek? Ya bizim stadyumlardaki bir grup ırkçının ayağa kalkmayan ermeni olsun tezahüratlarını eleştirseniz ne olacak? Bir şey mi değişecek? Kıbrıs Türkünü birleşmeye zorlayan ABnin, şımarık Kıbrıslı Rumları bir türlü ikna edemedikten sonra, sanki birşey olmamışçasına Türkiyenin üzerine çullanmasına sinirlenseniz ne farkedecek ki? Veya İsraili apartheid ile suçlayanların, bu ülkenin bir devlet bakanlığına Müslüman Arap bir İsraillinin getirilmesini görmezden gelmelerine laf etseniz ne olacak? Veya Filistinlilerin kendi çocuklarını öldürmeleri karşısında üç maymunu oynayan yazar-çizerlere hey millet yeter artık bu çifte standart deseniz sizi duyan mı olacak? Veya İstanbul trafiğini çözmek için neredeyse araba sürmeyi kısıtlamayı düşünenlerin varlığına üzülseniz değişen ne olacak? Veya İstanbulun sözde en modern alışveriş merkezinin postmodern dedikleri sinemalarında film izlemeye gittiğinizde yüzlerce kişinin kapalı alanda içtikleri sigara dumanından zehirlenmenizi modernlikle bağdaştırmayı sorgulasanız farkeden ne olacak ki?
Koca bir hiç. Yine ve yeniden büyük bir yalnızlık ve kaybetmişlik hissi. Galiba, post modern yaşam koşulları, düşünenleri, sorgulayanları, duyarlılık gösterenleri hep looser yapıyor!
Demek ki başka boyutlara dalmak lazım artık. Bu dünyayı değiştiremeyeceğimize göre bari insanların yaptıklarından kurtarmaya çalışmak gerek.
Evet, evet yıllardır dikkate bile almadığımız ve tukaka yaptığımız kimi çığlıkları artık duymamız gerekiyor. Şakası yok; bilim söylüyor, dahası iklimler kendileri gösteriyor bu dünyayı mahvettiğimizi.
O dünya ki, insan yapımı üstün makineler gibi büyük bir uyum içinde kendi etrafında dönüyor, olmadı güneş etrafında dönüyor. O dünya, nasıl muazzam bir hesaplamayla ki, 23 derecelik bir eğimle döndüğü için dengeli bir hayat veriyor bize. Güneş etrafında dönmesi genel izafiyet teorisi ile açıklanıyor da kendi etrafında dönmesi tam bir muamma! Durduğunü düşünürseniz gece-gündüz yok olacak ve tüm dengeler alt üst olacak. Ve bizler, bu büyük mekanizmanın yarattığı mucizevi dünyayı hırsımızın ve sözde ilerlemenin güdüsüyle yok ediyoruz hızla... İşte değişen iklimler, işte ekolojik dengenin anahtarı olan buzulların erimeye başlaması. Yanlış enerji politakaların sonucu atmosferin güneş ışınlarını uzaya fırlatamamasının yarattığı sıcaklık geliyor dünyaya gümbür gümbür. Bir yandan bu sıcaklık buzulları eritecek, suları yükseltecek, kıyı şehirleri denize girecek; bir yandan da kuraklıkla birlikte susuzluk ve ekolojik denge bozukluğu bekleyecek dünyayı ve dünyalıyı.
İşte o zaman, istediğiniz kadar tövbe edin, bir işe yaramayacak; zira bu şans milyonda, belki milyarda bir gelmişti. Hep birlikte mucizeyi uzayın derinliklerine fırlatıp perdeyi kapatacağız!...
Başlığın sorusuna gelince dünya işte bize hayat vermek için dönüyor. Çok ince hesapla dönüyor. Dünyanın eğimi 23 yerine 24 derece olsa mevsimler çok daha uzun ve zorlu geçecekti. 22 derece olsa sürekli yaz-boz tahtası gibi sıcağı ve soğuğu birlikte yaşayacaktık adeta.
Dünyanın arkadaşlarından Venüste, 3 derecelik eğimle mevsimler günden daha kısa zamanda değişiyor ve yavaş dönmesiyle ikinci güneş doğumu 117 günde bir oluyor! Jüpiter de öyle. Ama yörüngesi daha büyük olduğu için bir mevsim orada 3 yıl sürüyor! Satürnde ise bu tam 7 yıl. Ya Uranüs? 98 derece eğilimle bir mevsim orada tam 21 yıl sürüyor.
Ve Merkür, bir gün orada iki yıl sürüyor. Eğim 0 derece; yani orada mevsim yok. Hayatın olmasına imkan yok.
İşte böyle bir mucizevi Dünyayı biz elimizle uzayın derinliklerine yolluyoruz ve hızla Merküre benzetiyoruz.
Artık çığlıkları duymak lazım.
23 dereceyi bir daha nasıl buluruz?