Türkiye; susuz, sıcak, bol siyasi tartışmalı, seçimli ve nice öngörülmeyen olası önemli olaylarla dolu bir yaza giriyor. Paranoyalarımıza bir yenisi eklenmiş durumda. Bakın, bir internet sitesi ne rakkamlar yayınlıyor!
Türkiye susuz, sıcak, bol siyasi tartışmalı, seçimli ve nice bilinmeyen olası önemli olaylarla dolu bir yaza giriyor.
Paranoyalarımıza bir yenisi daha eklenmiş durumda. Bir internet sitesi İstanbuldaki barajların su doluluk oranlarını her gün verirken eksilen yönde giden rakkamlar mavi göklere belki de hayatımızda ilk kez asık suratla bakmamıza neden oluyor. Ve bugün, bu sayıları gördüğümüzde anlıyoruz ki, bizim yöneticilerimiz İstanbulun suyunu Allaha havale etmişler. Yağmur yağarsa ne âlâ, yağmazsa başımıza belâ!...
Eskiden kar yağdığında pencerelere koşardık. Şimdi ise her sabah duşumuzu almamızı sağlayacak yağmuru gördüğümüzde de sevinçten pencereleri açıp bir kaç günü daha kurtardık mı diyeceğiz? Ama, halka gidip, mayolu kadın afişleriyle mi uğraşsak, yoksa susuzlukla mı? diye sorulursa ve çoğunluk mayo derse millet iradesi böyle diyerek kaderimize mi küseceğiz?...
Paranoya dedik ya!... O halde, gel yağmur gel...
***
Geçenlerde, ABDnin en prestijli gazetesi, New York Timesın Türkiye hakkındaki imzalı bir makalesini okuma gafletine düştüm. Türkiyenin son bir kaç yılda füze gibi ilerlediği, özgürlükler ve demokratik açılımlar bağlamında tarihinin en büyük devrimlerini yaptığı mealinde sözlerini okuduğumda, ben acaba o yazarın yazdığı ülkede mi yaşıyorum? demenin kolaylığına kaçmadan yanlışın nerede veya kimde olduğunu sorgulamaya başladım. Ama sonra düşündüm, içerde yaşayan vatandaş objektif olamazdı; ama Miami sahillerinde içkisini yudumlayan bir Amerikalı laptopuyla Türkiyeyi benden daha iyi dolaşabilir, halkın nabzını tutabilirdi. Ekonomi zaten tıkırında. Sıcak para artık kolay kolay kaçamayacak. Sanayici yıllardır çok para kazandı; eh şimdi de zorlukları o göğüslesin bir zahmet. Gerçek üretim yapan sıkıntı yaşasın, rantiyeci, ithalatçı lâle devrinden faydalansın! New York Times yazarı kim, ben kim?...
Avrupadaki kimi finans çevreleri ve güdümündeki basın organlarının Türkiye ekonomisine yaptıtıkları aşırı övgüleri yeni bir paranoya ile karşılamak mümkün. Hani neredeyse çıkıp, o mitinglerde söylenen, ne AB, ne ABD, bağımsız Türkiye gibi pek de yanlış anlaşılmaya müsait sloganı biz de atacağız!
Ama yok öyle bir şey demeyeceğiz. Zira, Atatürk o ülkelerin tek dişi kalmış canavarlarını yenerken çağdaşlığını da istikamet göstermişti bize! Bağımsız Türkiye pek tabii ki. Ama yalnız, içine kapanmış ve herkese potansiyel düşman gözüyle bakan Türkiye değil...
***
Kuşkusuz, bu satırların yazarı için, paranoyalar arasında tek güzellik Kadıköydeki şampiyonluk kutlaması idi.
Geçen sene aynı günlerde bakın ne demişim:
Bugün düğüne gidenler, yarın cenaze marşını dinlemek zorunda kalacak. Bu futbol için de geçerli, hayatın ta kendisi için de. Kurtuluş yok. Zira hayat; sevinç ve hüznün karşı konulamaz diyalektik birlikteliğinin toplamıdır. Gerçek hayat ise, bu toplamın bakiyesidir...
Hayat aynen dendiği gibi ilerliyor. Ne bir eksik, ne bir fazla.
Diyalektik yasa saat gibi işliyor, hem futbolda,hem yaşamda.
Ama en güzeli, bu susuzluk paranoyası içinde şampiyon takımın sahaya çıktığında taşıdığı pankartta gizliydi:
Suyu boşa harcamayın!
Herkes anladı mı?