Kirli su

Yüzyılın başında Anadolu`da olup bitenlerin nedeni de belli, sonuçları da. Dün şartlar gereği `bu soykırım değildir` diyenler bugün rüzgârların etkisiyle tersini söylemeye başlıyorlar. Ve buna `reel politik` deniyor! Rüzgârlar ve taktikler onların olsun. Bizi rahat bıraksınlar. İşte o zaman, biz de kendimize dönüp nerede yanlış yaptığımızı sorgulayacağız...

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Eylül gelmiş ansızın yeniden. Eylül bir, fırtına bir oldu bu sene. Bu kadar yapış yapış yazdan sonra fırtınaya bile razı olduk.
Kuşlar fırtınadan önce, nasıldır bilinmez şekilde, sıcağa aldırmadan yine aynı tarihlerde konvoy şeklinde mavi gökyüzümüzü terkederken ufak bir çocuk babasına, kuşların toplu eyleminin nedenini soruyordu. “Yazın bittiğini, yakında soğukların başlayacağını bildikleri için sıcak iklime doğru yol alıyorlar kuşlar” yorumuna karşı çocuktan yeni bir soru geliyordu. “Yoksa kuşların da mı okulları açılıyor yakında?”...
Ne kadar da ihtiyacımız var bu saf mantığa. Ne kadar özlemişiz bu çocuksu naif ruhu!...
Ölen ve öldürülen yüzbinlerce kişinin üzerinden yapılan siyasi oyunlara, taktiklere isyan ediyorum. Lâkin ufak çocuk umut veriyor yüreğime. Demek ki, diyorum insan ruhu yaşadıkça, dağın tepesinden aşağıya gittikçe kirlenerek düşen su misali debelenip duruyor, Adem ve Havva’dan beri. Gittikçe kirleniyor saf ruhumuz ve sıfır kilometre beynimiz. Sartre, “İlk önce varsın, sonra sen, sen olursun” mealinde, varoluşçuluğu anlatırken haksız mıydı?...
Yüzyılın başında Anadolu’da olup bitenlerin nedeni de belli, sonuçları da. Dün, şartlar gereği “bu, soykırım değildir” diyordun, bugün geliyorsun, “ben dersimi çalıştım hatta bilmem hangi konunun uzmanına danıştım ve vallahi, billahi bu bir soykırımdır” diye ortalığı karıştırıyorsun. Buna ‘reel politik’ diyorlarmış siyaset biliminde. Bu reelliği oluşturan rüzgârları incelemek gerekiyormuş. Yok efendim, Atlantik ötesi seçimler yüzünden ‘iklim’ değişmişmiş. Aslında hep öyle düşünüyorlarmış da şartlar gereği öyle davranıyorlarmış! Hani diyesim geliyor, ‘alın rüzgârlarınızı da, reel politiğinizi de bizleri rahat bırakın!...’
Lakin; bizim de kendimize dönüp sormamız gerekiyor. Yaptıklarımız, yanlışlarımız neyse konuşalım. Ne saklayalım, ne de korkalım. İşte o zaman o rüzgârlar daha okyanusa varmadan dinecek, soykırım edebiyatından nemalananlar da sinecek. Ve “U dönüşü” yapanlar da daha anlamlı, daha yapıcı gidiş veya dönüş yollarına girecekler.
Hepimizin dağdan çıkan temiz suya kirlenmeden ihtiyacı var. Ama hayat bu suyu kirletmeye devam ediyor. Kirlendikçe batıyoruz. İşin garibi, kimilerimiz kirli suyu ‘içtikçe’ daha mutlu olduğunu sanıyor. Yanılsamasının oyuncağı oluyor. Çünkü oyunun kuralları böyle oynanmalı. Ya kuralıyla oynayacaksın, ya da oyunu terk edeceksin. Yani, ya dağın eteğindeki kirli suyu içip çoğunluğun yanına gideceksin, ya da ‘yerçekimine’ inat, dağa tırmanıp mümkün olduğunca saf suya ulaşacaksın. İkincisinde müthiş bir zorluk ve muhtemelen yalnızlık var ama gerçek özgürlük var. Diğerinde ise ‘mutlu mutlu’ kirli suyu içip modern köle olmak var.
Seçim hepimizin. Politikacısından lobicisine, gazetecisinden sokaktaki insana kadar bu seçim yapılmalı. Yoksa kuşların okulunu düşünen saf çocuk aklını mumla aramaya devam edeceğiz...
Bilimadamları dünyanın herhangi bir göktaşı veya başka bir yerküre ile çarpışması sonucu yok olma tehlikesine karşı, Ay’da bir insanlık kütüphanesi kurmaya karar vermişler 2024 yılına kadar. Yani insanın yarattığı uygarlıklar ve gelinen nokta bu kütüphanede yer alacak.
Bir gün dünya yok olursa Ay’daki bilgiler başka canlılara –varsa-  bilgi kaynağı olacak.
Peki ya insan ruhu çoktan yok olmuşsa, arşiv bilgiler nerede? Muhafaza ediliyorlar mı?
Bu bilgilere ulaşırsak saf ruhumuza tekrar kavuşabilecek miyiz? Kâbus veya fantezi işte!
Bir umutsuz dünya insanının hezeyanları olsun bu da!
***
Yahudi Kültürü Avrupa Günü, İstanbul’da bu yıl her anlamda daha da büyüdü, rüştünü kanıtladı.
Çoğu etkinlikler eş zamanlı düzenlenmesine rağmen dopdolu salonlarda yapıldı, bazılarında kapılar kapandı, insanlar dışarıda kaldı. Galata meydanı zaman zaman miting alanı gibi oldu. Geniş toplum biraz daha fazla katıldı. Televizyon kanalları ilginç sokak röportajları yaptı.
Özcümle, kültür her zaman ihtiyaçtır. Öyle olmasa yediden yetmişe Pazar gününü orada geçirmezdi.
Gelmeyenler, kaybedenlerdir herdaim.
“Seneye Galata” yine ve yeniden mutlaka!...