Ağaçlar ağlar mı? Ağaç dediğiniz hareketsiz bir yeşil/kahverengi heykel midir? Duygusuz, duyarsız, bencil ve sadece doğaya karşı kendini savunmaya çalışan yoksul bir gövde midir? Siz Anne Frank`ın ağacının bugünlerde ağladığını biliyor musunuz?
Ağaçlar ağlar mı? Ağaç dediğiniz hareketsiz, ruhsuz bir heykel midir? Ağaç dediğiniz duygusuz, duyarsız, bencil ve sadece doğaya karşı kendini savunmaya çalışan bir gövde midir?
Ağaçlar ağlar mı? Öyle bir ağlar ki bazen...
Kestane ağacımızın kalan dalları arasından göğün muhteşem mavisine bakıyorum. Ağacım; dallarındaki gümüşe dönüşen su damlaları ve rüzgârda savrulan martıları ile bizi öyle hayran bırakıyor ki, kafesimizden saatlerce ona bakarak umut tazeliyorum. Bu ağaç, onu görecek zaman bulabileceğim sürece burada durdukça, bu masmavi gök, bu parlak güneş dalları arasından bana baktıkça ben mutsuz olmayacağım...
Bu satırların yazarı bir süreliğine bir kafeste yaşayan ve dış dünya ile ilişkisini ağacıyla kurmaya çalışan Anne Frank... Kafeste yaşayan bir kuşa ait yani... Saklanmak, Nazilerden kaçmak zorunda olduğu için gizlendiği bir apartman dairesinden bahçesinde gördüğü kestane ağacına âşık olan bir genç kız.
Nazilerden kaçarken Amsterdamda bu dairede tam iki sene saklanır bu küçük veya genç kız.
Lakin, insanlar kötüdür sonuç olarak. İnsan kardeşine yardım eden de vardır. Hainler de vardır. Nitekim Anne Frank gizlenmek için 1942de geldiği kafesini iki sene sonra terkeder. Muhbir Hollandalılar Almanlara teslim eder onu. Hemen Auschwitze oradan Bergen Belsene gönderilir, babası, annesi ve ablası ile birlikte. Anası Auschwitze gelir gelmez gaz odasını boylar. Bergen Belsende ise insanlık tarihinin en korkunç koşullarında ablası ile birlikte tifüse yakalanır ve gençliğinin başında 15 yaşında yitip gider. Oralarda öldürülen bir buçuk milyon 16 yaş altı çocuktan biri olur. Tek farkı kalmıştır sadece. Saklandığı evde tuttuğu ayrıntılı günlükle Holokost sonrasında simge isim olur. Zira Auschwitzden kurtulan babası, iki yıl boyunca yaşadığı hayatı, sıkıntıları, hüznü, umutları ve umutsuzlukları en küçük ayrıntısına kadar kaleme alan ve savaş bittikten sonra yazar olmayı düşünen kızının anılarını yayımlar.
Anne Frankın yazdıklarını tüm dünya 1947den beri biliyor. Lakin bugün öğrenebilecekleri yeni bir hüzün haberi var. Onu gözleyen, ona umutlarının kaynağını sağlayan, dallarının arasından aydınlığı veren, kötülüğün bir gün biteceğini ona inandıran 200 yıllık kestane ağacı ölmek üzere. Zira, bütün gövdesini saran mantarlar, böcekler Anne Frankın devasa tanığını iyice çürütmüş durumda ve kendiliğinden yere yıkılması an meselesi.
Bir ağaç nedir ki? Pek bilinmez. Çoğu kez gözlerimiz ıskalar onu. Zira biz insanlar ciddiyeti, istikrarı, duyarlılığı pek sevmeyiz. Ağacın, enerji, hayat ve güzellik kaynağı olduğunun farkına bile varmayız. Anne Frankın tek umut ve teselli arkadaşı olduğunu bilmeyiz bile. Biz insanlar ağacı sevmekten, onu anlamaktan çok ondan nasıl faydalanabilirizi düşünürüz, tıpkı insanlara davrandığımız gibi....
Ve Amsterdamın ortasındaki bu 200 yıllık kestane ağacı, arkadaşı Anne Frankın ölümünden sonra öksüz kalıp yavaş yavaş kendini ölümün kollarına bırakır. Çünkü ağaçlar da insanlar gibi olabilir pekâlâ da. İnsanlar gibi hayatın zulmüne esir düşebilir.
Ve bugün bu ağaç, yıkıldığında etrafına büyük zarar verebileceği endişesi ile zorunlu olarak yok edilmesine karar verilir.
Lakin, ilginçtir mahkeme ağacın kesilmesi ve yıkılması kararını erteler. Ölmemesi için yetkilileri göreve çağırır, çözüm bulunmasını ister. Zira o ağaç özel bir ağaçtır.
Hem zulmün, hem de arkadaşlığın ve umudun simgesi bir ağaçtır o.
Amsterdam Belediyesi ağacın yaşamını uzatmak için harıl harıl çalışıyor şimdilerde...
2. Dünya Savaşı sonrasında Hollandanın toplam 100 bin Yahudisinin tamamı Auschwitze gönderildi. İnsanları acımasızca ölüm kamplarına gönderen, onları ihbar eden ve sonra da fırınlarda yakan bir Avrupa kültürünün bugün tek bir ağacın ölmemesi için verdiği çaba ironik de olsa gelecek adına umut vaadediyor.
Ben yine de, insana insanın yaptığı mezalimin sessiz tanıkları olan ağaçların toprağa gömdükleri hüzün hikâyelerini merak ediyorum.
Kimbilir, ağlayan binlerce, onbinlerce ağaç mevcut hâlâ aramızda...