Kevin Carter adlı fotoğrafçı 1993 yılında Sudan`da çektiği ölümsüz bir fotoğraf ile Pulitzer ödülü alır. Ama hemen sonra, `bir yerde yanlış var ve ben bunu düzeltemiyorum` diyerek intihar eder. Elie Wiesel`in `cezaevi hayatı`na karşı gelmişti. Peki ya bizler, mapushane kültürüne nasıl karşı geleceğiz?
Tam 37 yıl önce, Apollo 11in insanı ilk kez Aya ulaştırmasından bir kaç ay sonra, Şilide Salvador Allendenin başkan seçilmesinden bir kaç ay evvel, ABDnin Vietnamı acımasızca bombaladığı, ülkemde ülkücü- devrimci çatışmasının tohumlarının atıldığı sırada Avrupa radyolarında Rare Bird adlı İngiliz rock grubunun meşhur sempati şarkısı çalıyordu:
Dünyanın bir yarısı öbür yarısından nefret ediyor / Bir yarısı yiyeceğin hepsine sahip / ve kalan yarısı boynu büyük sessizce açlık çekiyor / yok çünkü herkes için yeterli sevgi/ ve tüm aradığımız dostum sempati...
Bu sözler gençlerin dilnde bilinçli/bilinçsiz olarak dünyanın adaletsizliğine, eşitsizliğine ve de sevgisizliğine karşı isyanı simgeliyordu.
Baladın dilediği sempati, aslında sevgiye yakın, daha çok başkasını anlama, derdini paylaşma hatta çözmeyi de içeren empati ile açıklanabilir aslında.
Bu sevgi, bu sempati veya empati yoksunluğu bugün artarak sürüyor belki de. Ateş düştüğü yeri yakar derken yoksa, insan sadece kendini merkez alarak davrandığının en anlamlı, en kısa itirafını mı yapıyor yoksa?
İngiliz düşünür Thomas Hobbesa göre muhtemelen, şarkıdaki yakarış beyhudedir. Zira ona göre, insanoğlu bencildir. Sevgide bile yalnızca kendi mutluluğu ile ilgilidir. Başkasının derdi için dertleniyorsa bunun nedeni onunla bir bağı olmasındandır. Aslında kendisi için dertlenmektedir. Nietzsche ise tam 12den vurur: insan başkasını, kendini sevdiği için sever!...
Yok bu kadar bencil mi insanoğlu?
Evrenin, dünyanın, hayatın manası bu kadar merkezci bir insan doğasında mı şekillenir?
Ötekinin derdini paylaşan sadece paylaşır mı görünüyor? Sahtelik, yapaylık insan psikolojisinin en önemli yapı taşı mı yoksa?
Psikiyatr Cem Mumcu ilginç bir saptamada bulunuyor. Diyor ki, gençler; zor durumda birini gördüğünde hüzünlenen, aç biriyle karşılaştığında acıma hisseden, gözyaşı döken kısacası ötekiye karşı empati ile bakan arkadaşlarına ezik diyorlarmış!
Demek ki, ezikler, insanın kurtuluşu umudunu taşıyorlar, azınlıkta da olsalar. Onlar gerçek ezilen insanların güneşi olmaya çabalıyorlar insanın yaratılışından beri...
***
Kevin Carter. Fotoğrafçı bir ezikti... 1993 yılında Sudandaki iç savaşın getirdiği yıkım ve kıtlığı resimlemek için gider ezilenlerin ülkesine. Çocukları takar kafasına. Perişan insan toplulukları arasında dolaşarak bir deri, bir kemik kalmış çocukların fotoğraflarını, çekip dünyayı uyandırmayı amaçlar. Kalabalıklardan uzaklaşırken çalılığın ötesinden bir çocuk sesi duyar. Sese yöneldiğinde inanılmaz bir manzarayla karşılaşır. Sürünerek ve emekleyerek ilerleyen minicik cılız bir kız çocuğu ve peşinde bir akbaba! Donup kalır ama akbaba kanatlarını kaldırdığı an deklanşöre basar.
Bu müthiş fotoğraf bir yıl sonra ona Pulitzer Ödülünü getirecektir. Hem meşhur olur, hem de eleştiri toplar. Fotoğrafı çekeceğine küçük kıza yardım etmemekle suçlanır. Carter iki ay sonra arabasının egzos gazıyla intihar eder. Ardında bıraktığı kısa mektupta, gördüklerim karşısında artık yaşamam mümkün değil; yaşamın acısı yaşamın sevincini artık sevinç kalmamacısına aştı. Bu çocukları kurtaramıyorum, elveda adaletsiz dünya der.
Aslında akbaba onu görünce kaçmış, ufak kara kız o an için kurtulmuştu; ama ya sonra?...
Bir ezik insan evrenin, hayatın manası, daha doğrusu manasızlığı karşısında teslim olur ama en azından Hobbes ve Nietzscheyi yanlışlar!...
***
Elie Wiesele geçenlerde sorarlar: Evrenin bir amacı var mı?
Şöyle yanıtlar: Dünyanın amacı; bir insan için mutluluk, öteki insan için ise acı ve hüzün seçeneğini sunmak olamaz. Bu yanlış ve adaletsiz bir seçim olur. Eğer birisinin mutlu olması için diğerinin mutsuz olması gerekiyorsa dünya meyva bahçesi filan değil, düpedüz bir mapushanedir...
O halde, cezaevinden çıkmamız için
Tek umudumuz, ezikler!...