ALP ALKAŞ
Daha önce “sporu seyrederken” başlıklı birkaç yazı yazmıştım. Adından da, anlaşılacağı gibi günümüz şartlarında çok eksikliğini çektiğimiz spor kültürü üzerine aklıma gelen fikirleri derlediğim yazılardı bunlar. Bu yazıları ve benzer yazıları okumuş olanlar, takım değil “oyuncu tutan” bir izleyici olduğumu bilecekler. Galatasaraylı olduğumu saklamamakla birlikte, Galatasaray hariç herhangi bir spor müsabakasında takım tutmam için ya o takımı diğer takımların hepsinden ayıracak bir özelliği veya tarihçesi olması (bkz. Liverpool, FC Barcelona) ya da sporu benzerlerinden farklı bir şekilde icra ediyor olmaları gerekir.(Phoenix Suns, Lyon)
Bunun haricinde oyuncuları tutarım. Sporu güzelleştiren insanları, şu endüstriyel spor döneminde ağabeyimin deyimi ile “güzel insanları” tutarım. Neden mi?
Jason Kidd’i tutarım çünkü kısıtlı şut yeteneğini seneler içerisinde geliştirirken bu eksiğini komple bir oyuncu olarak kapatmayı seçer. Son senelerin hepsinde ligi triple- double lideri olarak tamamlamıştır. Maç sıkışınca, karşı takımın en iyi hücum yapacak oyuncusunun karşısına dikilmekten de korkmaz.
Ermal Kuqo’yu tutarım çünkü giyindiği halde oynamadığı Darüşşafaka maçında, sahada maç boyunca sesi en çok duyulan oyuncudur. Bütün maç hop oturup, hop kalkıp takım arkadaşlarına destek olur.
Roger Federer’i tutarım. En iyi olduğundan değil, her başarısından sonra kendisinden önce bunu başarmış insanlara atıfta bulunup saygı duruşuna geçtiği için.Novak Djokovic’i de tutarım aynı sebepten.
Engin Yalçın’ı tutarım. Kendisi ata her binişinde, elinden geleni yaptığı ve kazanamadığı zamanda başkalarına suçlama kolaycılığına kaçmadığı için. (Arada uzun aradan sonra yeniden at binmeye başladığı için de çok sevinçliyim)
Adam Morrison’u tutarım. Çünkü kendisi şeker hastası olup maçlara ensülin ile çıkmanın ne demek olduğunu bildiğinden, Charlotte şehrinde şeker hasaları yararına bir fon kurar ve faaliyetlerine bizzat katılır.
Lance Armstrong’u tutarım çünkü; kendisi dünyanın en zorlu spor mücadelesini en çok kazanan, bunu kanseri yendikten sonra yapan ve bütün bunları yaparken hiçbir zaman dopinge bulaşmamış kişidir. (Tour de France’ın kendisinden sonra prestijini nasıl kaybettiği ve doping skandallarıyla dolduğu ortadadır.)
Yiğiter Uluğ’u severim; anlattığı her maçta, yazdığı her yazıda neticeye değil de Hatice’ye mektup yazdığı için. (Okumayanlara da yazmış olduğu “Hatice’ye Mektuplar” kitabını tavsiye ederim)
Ersun Yenal’ı severim çünkü; koltuğu pahasına doğru bildiğinin arkasında durmuştur. Farklı bir oyun sistemi ile, bir Anadolu takımında başarılı olmuştur. Kendisiyle küs iken hayatını kaybeden Tevfik Lav’ın cenazesinde yaptığı konuşmayla hepimizi ağlattığı için.
Hala sahalarda güzel insanlar var. Düzen onları tüketmeden, onları yüceltmenin tam zamanı.