Tarhan Erdem’in “Voyvoda Caddesi Toplantıları” kapsamında “Yeni Türkiye’yi anlamak” başlıklı konferans metninin tümünü (54 sayfa) e-posta adresime gönderen dostum “okumanızı tavsiye ederim” diye de not düştü.
KONDA Araştırma Şirketi’nin kurucusu Tarhan Erdem, konuşmasının başlangıcında bir dizi soru sıralıyor; “Yeni Türkiye’nin yeniliğini hangi zamana göre ölçeceğiz? Cumhuriyet’in kurulduğu 1923, demokrasiye geçtiğimiz 1946, demokrasinin ilk darbe ile karşılaştığı 1960, farklı bir darbeyle ülkenin makas değiştirdiği 1970, ya da her değerin birbirine karıştığı 1980 yılından mı başlayacağız?” ve “ ben, 1970’i esas alacağım” diyor.
1970 yılının bir ‘kırılma yılı’ olduğu doğrudur. O dönemi yaşayanlar bu yılları nasıl hatırlarlar? Benim ilk aklıma gelen anarşi, terör ve yokluklardır. Bir saat telefon hattının gelmesini bekleyeceğime Taksim’den Eminönü’ne otobüsle gittiğimi anımsarım. Mektup yazdığımı, iletişimi bu yoldan sağladığımı anımsarım. Bırakın cep telefonu normal bir telefon edinmek için bile 15 yıl sıra beklediğimi anımsarım. Bir de Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Sevgi Soysal, Füruzan’ın kitaplarını bol miktarda okuduğumu, her türlü sanat dergisini izlediğimi anımsarım.
37 yıl içinde nüfus patlamasının yanı sıra kırsal kesim genel nüfusa oranla azalma gösterdi. Kentlere doğru göç
eden
20 milyon kişi değişmekle kalmadı, toplumun da yaşam standartlarını, ilişki biçimini, kent yapısını, tüm yaşamın hemen her alanını değiştirdi.
Haberleşme ve iletişim tekniği, hızı, kapsamı 30- 40 yıl öncesi ile kıyaslanamayacak boyutlara ulaştı.
1983- 2002 arası ‘çaresiz bir çırpınış’ dönemiydi. 12 Eylül bozgunundan sonra ortaya çıkan ideolojik boşluk düşünsel zeminini İslam’dan beslenen, gündelik yaşamın içinde yeni bir dayanışma veya var olma modeli çıkardı. Bu dayanışma modeli giderek ‘alternatif modernizasyon projesi’ne dönüştü. AKP de bu süreçte ortaya çıktı.
Tarhan Erdem’in konuşma metninde özellikle “Değişik Göstergelerle Türkiye Toplumunun Siyasi Tercihleri” başlığı altında yer verilen ‘Vatandaş olmak’ ve ‘Farklı kimlik algıları’na ilişkin sonuçlar özellikle dikkatimizi çekmektedir.
“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak için ne şarttır ne değildir?” sorusuna Türkiye genelinde % 80; “Türkiye’yi sevmektir” yanıtını verirken, AKP seçmeninde % 63’ün “Müslüman olmak”, MHP’de ise % 55’in “Etnik kökeni Türk olmak” şıklarını oldukça yüksek oranlarda vurguladığı gözlemleniyor.
“Gelininiz/damadınız başka dinden olabilir mi?” sorusuna ise içe kapanıklığın ön planda olduğu MHP taraftarlarının olumsuz yanıtları % 55 gibi çok yüksek bir oran göstermekte iken, AKP taraftarlarında da % 50 gibi daha düşük ama benzer bir oran söz konusu olmaktadır. CHP’de “olabilir” diyenler % 45, AKP’de % 24’dür.
Tarhan Erdem’e göre söz konusu veriler, Türkiye genelinde etnik köken ve din farklılığından çok “ülke sevgisinin” ve “vatandaşlık bağının” önem kazandığını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda tablonun çok pembe olmasa da karanlık olmadığını söyleyebiliriz. Tabi bu bardağın hangi tarafından bakıldığına bağlı…
Türkiye’de ne yazık ki azınlıklar hala bir kesim tarafından yabancı olarak görülmektedir. “Yabancılara verdiğimiz ödünleri geri almak için savaş gerekir” gibi şovenist yaklaşımlarla karşı çıkılan, ayrıca farklı gerekçelerle Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından da veto edilen Vakıflar Kanunu’nun 9. maddesinin TBMM komisyonunda aynen kabuledilmesi bir anlamda “azınlıklar yabancı değildir” görüşünün benimsendiğini ve Avrupa Birliği normlarına uyulduğunu gösteriyor. Olumlu bir gelişme…