Beyoğlu 1960’lı yıllar...
İstiklal Caddesi, Balıkpazarı ve Lefter’in Meyhanesi. Kalyoncukulluk‘un karşısından Aya Konstantin Kilisesi’ne geldiğinizde iki-üç katlı cumbalı evlerden oluşan sokaklar vardır. Yaşayanların çoğu Rum olmak üzere gerisi Ermeni, Yahudi ve Müslüman’dı. Komşuluğun birlik ve beraberlik içinde yaşandığı yıllar... Üniversitelerde farklı siyasi fraksyonların yaşandığı bir dönem.
Ve bütün yaşananların arasında Orhan ve Tasula’nın öyküsü. Kıbrıs olayları, Yunan tebaalı Rumların sınırdışı edilmeleri, kozmopolit bir kentin çok renkliliğinin solmaya yüz tutması...
* * *
İlhan Eksen’in yazdığı ‘İstanbul Sende Kalsın’ adlı kitabı, bir solukta okudum. Bitirince yer yer geri döndüm. Ola ki, okurken kendimi kaptırmış ve bazı ciddi ayrıntıları atlamış olabilirim, diye. Bir aşk öyküsünün yanısıra, bir şehrin de öyküsünü anlatan bir roman, ‘İstanbul Sende Kalsın’. Hayatta kalanların hala kendileriyle hesaplaşması gereken bir anlatı. Okumadıysanız öneririm. Hem çok güzel kaleme alındığı için, hem de ‘tarih tekerrürden ibarettir’ cümlesine giderek daha çok anlam verdiğim için.
* * *
Yaz güneşinin altında üşüdüğünüz, kışın yüzünü gösteren güneşte ter içinde kaldığınız oldu mu? Hayatta böyle tezatlar yaşadığınız anlar mutlaka vardır. Haftasonunda, açılışına davetli olduğum, İZEV Geçiş Evi’ne gitmek için arkadaşlarla buluştuk. Sarıyer’deki Sadberk Hanım Müzesi’nin bitişiğindeki, 31 Numaralı binaya ulaşmak için, 123 küçük basamak çıktıktan sonra nefes nefese bahçeye ulaştığımda, bugüne kadar gördüğüm en yeşil çimenlerle karşı karşıyaydım. “Manzaraya bakın, müthiş” sözcüklerini duymadım bile. Kendimi toparladığımda, en güzel manzara, çocuklarını mutlu görmekten, bir kat daha mutlu olan ebeveynlerdi.
Açılışı yapılan okul İZEV’in 20 yaşını tamamlamış, ‘farklı gelişen’ çocukların bağımsız olabilmeleri ve topluma uyum sağlamaları amacıyla, ‘yöneticilerin bir hayali gerçekleştirdiği’ Saadet İş Okulu Meslek Kursu idi. Bu Geçiş Evi, 30 çocuğu eğitecek kapasitede.
O gün nelere tanık oldum?
Üstlerinde bayrak kırmızısı uzun önlükleri; kimi kırmızı, kimi kırmızı beyaz çizgili, kimi ise siyah papyon takmış, konuklara çok şık tabaklarda ikramlar sunan öğrencilerdi. Bazıları aynı anda hem kendilerine, hem de misafirlere servis yaptılar. Gençlerin içinden neler geçtiğini bilemem, ama mutlu gülen yüzler gördüm.
Meral Öğretmen’in genç yetişkinlerle nasıl iletişim kurduğuna, uzaydan bakar gibi bakakaldım. Müdür Bey’in hakimiyetine tanık oldum. Ahçıbaşının damak zevkine hayran oldum. Binanın arka tarafındaki kafeslerde, havlayan köpeklerden irkildiğimi gören iki delikanlının kahkahasını, ardından kazların bulunduğu kafese gitmemi işaretlediklerini gördüm.
Okulun, açılışını Saime Toptan gerçekleştirdi. Yaptığı konuşmayı dinlemek bizler için bir şanstı. Çevresiyle bu denli bütünleşmiş, ileri görüşlü insanlar o kadar nadir ki...
* * *
123 basamağı unuttum bile. Zira, tekrar çıkacağım. Okul yöneticileri, öğrencilerin servis yapacağı bir ‘cafe’ tasarlıyor.
Gidilmez mi?