Dünya, 27 Ocak’ta Holokost’u anarken bir Fransız genç kızının hayatını öğrendi geçenlerde. Hayatı ve eğitimi mükemmel giderken genç kızın tek ‘sorunu’ Yahudi olmaktı. Lakin faşizm insanı yok edebilir ama tanıklığını asla!
Bu satırların yazıldığı gün Holokost'u anma günüydü! Neşe dolmuyordu insan.
Birleşmiş Milletler bir kaç yıl önce Türkiye’nin de imzası bulunduğu kararı geçiriyor. Her yıl 27 Ocak günü Holokost tüm dünyada anılacak ve üstelik her ülke bu ‘kötü’nün önemini topluma anlatabilmek için eğitim programları geliştirecek. Nokta. Nokta. Nokta...
Elie Wiesel’in ‘Gece’ romanında anlattığına, daha doğrusu kendi gözleriyle Auschwitz’de tanık olduğuna bir bakalım: “Kaldığımız barakalardan uzak olmayan bir yerlerde karanlığın içinden büyük alevler yükseliyordu. İyice baktığımızda, kamyonlardan açılan çukurlara, kimilerinin yaşıyor olmalarına rağmen çocukların ve gençlerin atıldığını ve çukurda yanan ateşin bu yeni vücutlarla daha da yükseldiğini görüyorduk. Bazı geceler, çok sayıda insan atıldığı için çukurların çok derin kazılmış olduğuna da şahit oluyorduk. Maalesef kimileri gaz odalarına götürülmeden diri diri çukura atılıyordu.” Nokta. Nokta. Nokta.
Faşizmin açtığı çukurlar tıpkı uzayda var olan kara deliklere benziyor, garip bir rastlantıyla. Işık bile geçirmeyen kara delikler uzayın derinliklerinde salınırken bu kez Polonya’nın orta yerinde oluşturulan kara deliklere Tanrı’nın ışığı bile giremiyordu...
Auschwitz, Bergen Belsen, Dachau, Majdanek, Sobibor, Treblinka, Belzec, Chelmno ve diğerleri... Her birinde açılan sonsuz sayıda çukurlar milyonlarca insanın sessiz çığlıklarını sonsuza dek içlerinde saklayacak, toprağın altında.
Ve bu çukurlardan birine, Bergen Belsen’deki birine düşen bir Fransız genç kızın hikâyesini öğrendi geçenlerde tüm dünya. Adı Helene Berr. Güzel mi güzel, canlı mı canlı 20 yaşında bir Parisli. Babası ünlü bir sanayici, ailesi Fransız burjuva Yahudilerinden.
Genç kızımız, 2. Dünya Savaşı’nın kızıştığı günlerde işgâl edilmiş Paris’in her şeye rağmen çekici hayatına sarılıyor. Sarbonne’da İngiliz edebiyatı okuyor, Shakespear’in tiradlarını her vesilede kullanıyor. ‘Quartier Latin’de uzun yürüyüşler yaparken, hafta sonu güneşli ve neşeli kır gezilerinde hayatın tadını çıkarıyor. Kemanıyla Mozart’ın sonatlarını çalıyor ama aynı zamanda günlük de tutuyor. Ve bir gün günlüğünün rengi değişiyor aniden zira o gün ona Yahudi olduğu hatırlatılıyor. Haziran 42’de göğsüne sarı yıldız takılıyor işbirlikçi Fransız hükümeti tarafından.
“Tanrım, bunun bu kadar zor olduğunu tahmin etmemiştim. Tüm cesaretimi toplayıp başım dik sokakta yürürken benden uzaklaşanları görmek ne acı! Hele hele küçük çocukların ‘hey yahudi’ diyerek alay etmeleri ne korkunç!...”
Helene artık Parismetrosunda Yahudilere ayrılan özel bölümde seyahat eder zorunlu olarak. Babası bir ara tutuklanır ama ilişkileri sayesinde serbest bırakılır. Lakin Helene tehlikenin farkındadır giderek. Kendini annesiz babasız Yahudi çocukların eğitimine ve bakımına verir. Onlara acılarını unutturacak
Paris gezileri düzenler, eğitim verir. Ama, ilginç bir şekilde kimi yahudilerin yaptığı gibi kaçmayı ve saklanmayı hiç düşünmez. Babasının ilişkilerine mi güvenir yoksa kaderine razı mı olur, bilinmez.
“Yazmamın nedeni, insanların olup bitenleri öğrenebilmesi içindir. Bu kadar kötülük yaşanırken bazı insanların ne kadar acı çektikleri hayal bile edilemezken bu bilinmeyenlerin bilinmesi için yazıyorum...”
Helene Berr, Fransızların çoğunluğunun ilgisizliği ve duyarsızlığı karşısında yıkılır. Ölüm kampları için aldığı duyumların gerçek olduğu kanaatine varırken artık tek dayanağı günlükleri olmuştur.
“Ölümden korkmuyorum. Çünkü yakın olduğuna inanıyorum. Kafamda kaybetme düşüncesini nasıl atacağımı biliyorum, arzuladıklarımı da unutmayı bildiğim gibi...”
Ve Helene, anne babasıyla birlikte kaçmadıkları evlerinde Mart 1944’te tutuklanır. İlk olarak Drancy, sonraki durak ise Bergen Belsen olur. Ölüm kampına gelir gelmez anne ve babası gaz odasını boylar, kendisi ise tifüsten Nisan 1945’te ölür, İngilizlerin kampa varmalarından sadece 15 gün önce...
Son günlüğü ise Şubat 1944’e ait. Son sözü ise Joseph Conrad’ın ünlü ‘Karanlığın Kalbi’ romanının son sözünün aynısıdır: “Horror! Horror! Horror! Dehşet! Dehşet! Dehşet!
Helene Berr, 23 yaşında Hitler’in kara deliklerinden birinde sonsuzluğa giderken anıları tam 64 yıl sonra, Holokost’un, kötü’nün ve hayvanlaşmış insanın tanıklığını yapıyor. İntikam buysa bu!
Ne diyelim...
Kahrolsun faşizm!
Nokta! Nokta! Nokta!