Dostoyevski’nin romanlarını okumaya başladığımda, onun kitaplarında en çok keyif aldığım bölümlerin başında, “dost toplantıları” gelirdi. O toplantılarda, Dostoyevski romanındaki karakterleri buluşturur, ev sahibinin salonunda toplanan misafirler önemli konular hakkında tartışırdı. Söylenenleri takip etmek, büyük bir heyecandı. İşlediği ana fikrin paralelinde klasiklere, klasik özelliğini kazandıran biraz da bu düşünce tartışmaları olsa gerek. Dostoyevski’nin karakterlerini, onların bir araya gelişini daima kıskanmışımdır ve buna adeta bir alternatif gibi sunulan şu söze karşı içten içe direnirim: düşünen adam yalnızdır, bu onun kaderidir.
Yalnızlık, çok göreceli bir kavram. Onunla barışık olmak, kimileri için yoğun bir içsel mücadeleyi gerektiriyor. Çağımızın öne çıkardığı bireyselleşme süreci birçok dostum için yaralayıcı nitelikte. Gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki kapitalizmin yaratmaya çalıştığı “birey” olması gereken model değil. İdealim neyi tükettiğini fark eden, iç görü sahibi, çağdaş değerlere sahip çıkan “birey”. 1980 sonrası dönemde biz gençlerin apolitik bir doğrultuda yetiştirildiğine dair görüş yaygın. Lise mezuniyetinin ardından özellikle entelektüel alanda kendimi “çıplak” hissettim desem yeridir. Hâlâ da hissediyorum ve bu duyguyu aşabilmek için çabalıyorum.
Günümüz dünyasında bilgiye erişim hem çok kolay hem de değil. Kolaylığı teknolojinin ilerlemesinden geliyor; zorluğu ise ortalıkta çok yaygın bir bilgi kirliliği olmasından. Medya, çok ciddi bir güç; hatta yeri sıkça yasama, yürütme ve yargı ile kıyaslanan düzeyde bir güç. Ne yazık ki günümüz medyası büyük ölçüde entelektüel bir duyarlılık anlayışı içinde değil. Öyle ki toplulukları yönetmek ve yönlendirmek için kullanılıyor desem abartı olmaz. Medya, öncelikle kendine yetecek kadar değil, çok daha fazlasıyla kâr amacı güden bir sektör artık. Elbette bir habercilik etiği ve anlayışı söz konusu; ama bazı medya kuruluşları kendi içindeki önceliklerini çoktan kaybetmiş gibi duruyor. Bu noktada, kendi prensiplerine ve düşüncelerine bağlı, onları yazarken çalıştığı yayın organının baskısı altında kalmayan, baskılara direnen köşe yazarlarına saygım sonsuz. Bence günümüz Türkiye’sinde bilhassa Cumhuriyetimizin temel değerlerinin korunmasında köşe yazarlarının duruşu, her zamankinden daha fazla bir öneme sahip. Onlar, biz 80 sonrası doğan gençlere de, politik olabilmek adına yol da gösteriyorlar.
Entelektüel olmanın sırrı nedir? Var mı veya olmalı mıdır? Birtakım temel değerlerin küçük yaşlardan atıldığı aşikâr; ama insan sorgulayan bir akla sahip. Gençlik yıllarımız biraz da düşünceleri gözden geçirme, yeniden ele alma ve sorgulama süreci. Kendi içinde, Eric Ericson’un belirttiği üzere yaşamın içsel kriz dönemlerinden biri. Öte yandan dünya büyük, bilgi kirliliği fazla, doğru kaynaklara ulaşmak gerekli. Her gün bin bir türlü uyarana maruz kalırken, seçici olabilmek için prensipler geliştirebilmeli. Elbette bir yerden başlanıyor; ama nasıl ki hayatın günden güne zorlaştığına dair deyiş varsa, aynı şekilde çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmayı arzu eden biz gençlerin de işi gitgide zorlaşıyor.
Kendi adıma, entelektüel çabaya uzanan yolda “tüketim için tüketim” anlayışına hitap etmeyen değerleri arıyorum. Bugün doğrudan ekonomiye hizmet etmeyen alan kalmadı gibi. Kuşkusuz ekonomi hayatın bir parçası; ama her şey tüketim zincirinin amacı olmamalı. Kaldı ki ekonominin en temel dayanaklarının biri de bilginin ta kendisidir. O bilgi ki, sözünü ettiğim kirliliğin arasında nefes almaya çalışıyor. Eğer bu anlaşılır, gerek medya gerekse devlet entelektüel çabayı destekler, özellikle birincil olarak insanoğlunun refahı için desteklerse sonuçları son derece anlamlı olacaktır. İnanıyorum ki böylece biz gençlerin çağdaş bireyler, yarının aydınları olması için şu anda ihtiyaç ve özlem duyduğumuz bir yol da açılmış olacaktır.