Adolf Hitler 75 yıl önce, 30 Ocak 1933 tarihinde, Almanya cumhurbaşkanı Hindenburg tarafından Şansölye olarak atandı… Gençlik yıllarını akademik alanda son derece başarısız, sosyal alanda ise bir o kadar silik kişiliği ile baş başa geçirir. Birinci Dünya Savaşı öncesi Viyana’da ve Linz’de, ilk siyasi görüşlerini oluşturma fırsatını bulur.
Almanya ile Avusturya’nın birleşmesi, tüm Almanca konuşanların tek bayrak altında toplanması gerektiği fikrini ileri süren Georg Schönerer’den; Yahudi düşmanlığının bayraktarlığını yapan Dr. Karl Lueger’den ve bestelerinde Alman ihtişamını betimleyen Richard Wagner’den çokça etkilenir. Hitler’e göre Wagner “Alman halkının en büyük peygamberidir.” Bu üçlü onu Kavgam’daki fikirlerine getiren ilham kaynağı olacaktır.
Savaş sonrası hezimetin getirdiği, ardı ardına kurulan hükümetlerin beceriksizliklerinin pekiştirdiği yılgınlığa karşı oluşan, “ulusal sosyalist” kuramı iyi kullanır… İçinde bulunduğu ve dolayısı ile beklentilerini iyi bildiği işsizleri, eski askerleri kendi safına çeker. Marksistleri, sosyal demokratları karşısına alır ve onlara karşı amansız bir savaşa girişir. Propaganda destekli, taşlı sopalı sokak kavgalarının şekillendirdiği öylesi bir süreç başlatır ki, zaten var olan anarşizmin önüne geçmek mümkün olmaz. Kaos, içinden çıkılamayacak hale gelmeye başlar.
1924’te Münih’te başlattığı başarısız darbe girişiminden sonra hapse girer ve burada kaldığı 10 ay süresince, fikirlerini topladığı Kavgam’ı kaleme alır. Kitabında tüm ırkçı düşüncelerini ortaya koyar… Devletlerin ırkçı temeller üzerine oturtulması gerektiğini, demokrasinin toplumları kemiren, sosyal yapıyı içten içe çökerten bir sistem olduğunu, liderin toplumdaki yerinin sağlamlaştırılması gerektiğini, bu anlamda meclislere gerek olmadığını ifade eder.
Yahudiler için de veciz sözler kullanır… Onlar, “Marksist prensiplerin yardımıyla tüm diğer dünya halkları üzerinde baskın olmaktadırlar. Taçları insanlığın ve dünyanın cenazesi olacaktır… Dolayısı ile ben onlarla savaşarak Tanrı’nın işine yardımcı oluyorum…” der.
Tabii ki söylemleri ne bu denli basit, ne de yalındır. Anlaşılmaz ve giderek büyüyen bir nefret ile yoğrulmuştur.
Hitler, karşısında olduğu demokrasinin bir sonucu seçimleri kazanır ve 75 yıl önce Almanya’nın başbakanı olur. İlk önce parti içi muhaliflerini sindirir. Daha sonra Reichstag yangınını tezgahlar, olayı sorumluluğunu da Komünistlere çıkarır… Böylece hem meclisten hem de tüm diğer siyasi partilerden kurtulur: artık tek başına iktidardır.
1935 yılında Nuremberg yasalarını çıkartır ve ırkçılığı devlet politikası haline getirir. Son derece güçlü propaganda aygıtı sayesinde kitleleri yavaş yavaş etkisi almaya başlar. “Deutchland Über Alles – Almanya her şeyin üstündedir” Hitler’in halk yığınlarını efsunlayan bir sloganıdır. Savaştan yenik çıkan, ezilmiş, dışlanmış, hor görülmüş Alman gençliğine tek tipleri giydirerek yeni bir heyecan verir. Geniş caddelerde yapılan resmi geçitlerle, meydanlardaki coşkulu mitinglerle toplumun düşünme, muhakeme yetisini ipoteği altına alır. O artık halkın Führeridir.
1938 Kasımında Kristal Gece ile Yahudileri sindirme ve yok etme sürecini başlatır. Daha sonra önce Avusturya’yı ilhak eder, daha sonra da Çekoslovakya’nın Almanca konuşan Südet bölgesini… Rusya ile saldırmazlık paktı imzalar… 1 Eylül 1939’da Polonya’ya savaş açar. Bir sene gibi çok kısa bir zamanda tüm batı Avrupa’yı işgal eder, amansız düşmanı Fransa’yı dize getirir. 1941’de Rusya ile olan paktı tek taraflı bozar ve saldırıya geçer.
Arzusu, Avrupa’nın saf ve ari Alman ırkı tarafından yönetilmesidir. Diğer halklar, üstün Alman ulusunun liderliğinde büyük bir uygarlık yaratacaktır. Ancak gelecekteki dünyada hastalıklı olanlara, muhaliflere, Çingenelere ve Yahudilere yer yoktur. Ocak 1942’de Wansee konferansındaki Son Çözüm’le son aşamaya gelir. Hitler, toplama kamplarını hiç ziyaret etmemiştir. Hitler hiçbir konuşmasında kararlılıkla uygulamakta olduğu Son Çözüm’den söz etmemiştir. Himmler, Heidrich ve daha niceleri ellerini onun için kararlılıkla kirletmişlerdir.
Toplum içinde hep şefkatli lider tipini oynamış, Alman halkının iyi babası rolünü benimsemiştir.
Ancak etrafında oluşan ve kontrolden çıkan nefreti bakışlarında, emirlerinde ve hatta vasiyetinde bile bulmak olasıdır. Rus ordularının kuşatması altındaki Berlin’de 30 Nisan 1945’te intihar ettiği bunkerin içinde şöyle seslenir kendinden sonrakilere: “Her şeyden öte ulusun yeni liderlerine başlattıklarımızı tamamlamayı görev veriyorum. Irkçı yasaların kesin bir şekilde takip edilmesi ve tüm dünya halklarını zehirleyen uluslararası Yahudiliğe karşı etkili ve acımasız bir şekilde savaşmaya devam edilmesi her şeyden önemlidir…”