İki bin sekiz’in sisli, puslu ve soluk bir İstanbul Şubat gecesinde, karşısındaki ses, “beklenildiği gibi kaybettik onu’’ dediğinde alışıldık mağlubiyet haberlerine bir yenisinin eklenmesine diyeceği ne olabilirdi ki? Zira ölüm, çoğu zaman haber vererek gelirdi bu hayatta. Ayrılık meçhulün mapushanesiydi, lakin onun için de karanlık tünelin bilinemez meydanındaki zindanıydı.
Hep korkmuştu gece çalan telefonlardan.Yine haklı çıkmıştı. İki bin sekiz’in sisli, puslu ve soluk bir İstanbul Şubat gecesinde, karşısındaki ses, “beklenildiği gibi kaybettik onu” dediğinde alışıldık mağlubiyet haberlerine bir yenisinin eklenmesine diyeceği ne olabilirdi ki? Zira, ölüm, çoğu zaman haber vererek gelirdi bu hayatta. Yıllardır uyarıyordu dostlarını ,yakınlarını. “Bu iş böyle gitmez,ölüm kaçınılmaz ,çünkü….’’ diye diye kendisi bile duyarsızlaşmıştı hastalığa muhtemelen. “Nasıl olur da seyirci kaldık buna?” diye mırıldandığında, depresif ruh edasıyla ellerini yüzüne bastırıyordu kuvvetle. Katıla katıla ağlıyordu artık. Rüzgarın yelkenleri şişiremediği anlarda hep şimdilerde kaybettiği verirdi ona teselliyi. Karşındaki, “ben senin yegane kurtarıcınım ama galiba hastayım ve giderek yalnızlaşıyorum, giderek yoksullaşıyorum ve giderek yokoluyorum, beni duyan yok mu?” der gibi göründüğünde herkese anlatmaya çalışıyordu geri dönülmez gidişatı.
O melun telefon haberinden sonra kaybedecek savaşı bile kalmayan yitik anti kahraman edasıyla küfrediyordu duyarsızlık temelinde kodlanmış insana ve hayata ve her şeye. Zira, uyuşmuş rahatlık içinde yüzen sözde modern insanın, bile bile ölümü seyretmesine isyanıydı beyhude yakarışları. Ünlü feylesofun insanın ‘çöküşüne’ karşı vermeye çalıştığı topyekun savaşını hatırladı kızaran gözlerini boşluğa dikerek. ‘Üst-insan’ arayışının altında yatan,değerlerini kaybetmiş ,duyarsız ve bencil insanın yeniden yapılandırma uğraşısına neden insanoğlu cevap vermiyordu ,dün ,bugün ve daima?...
Özgürlüğünün yegane dayanağının ölümünü neden beklerdi ki insan? Neden gerçek sevgilisine sahip çıkamazdı ki? Sevgili vardı, sevgili vardı hayatta. İnsanın benliğine yeni filizler verecek onu nasıl terk edebilirdi sessizce sitemsizce? Hayatı basit bir oyun olarak görenler, hayatı saf bir saklambaç oyunu sananlar hep yanıldılar, hep yenildiler. Nereye saklansalar, nereye kaçsalar ölüm her daim onlara geldi.
İşte bu gece, o ölüm haberi bir kez daha kaybedilmişliğin en hazin gösterisi olarak hafızasına kazılıyordu. Ayrılık meçhulün mapushanesiydi lakin onun için de karanlık tünelin bilinemez meydanındaki zindanıydı. Tünelin ucu neredeydi?
Yitik zamanın peşinde değildi artık. Tek amacı yaptığı ve yaptırıldığı yanlış seçimlerden dolayı kendinden intikam almaktı.
İnsanlar yeni bir iş başvurusunda bulunduklarında verdikleri Curriculum Vitae’lerinde hep başarılarını, daha doğrusu yaptıkları ‘doğru’ seçimlerin dökümünü yaparlar. O ise sadece ve sadece ‘yanlışlarını’ yazmak istiyordu sözde doğrulardan intikam almak adına. Alt alta başarılarını sıralayınca eline ne geçmişti? Ona hayat verenin ölümü bu ‘başarıların’ üstünü örtmeye yetmişti nitekim.
Pusula herkese doğruyu gösterir miydi? Doğruyu gördüklerini iddia edenler yoksa ibreyi ters taraftan mı okuyorlardı? Heyhat “Onlar suların ters aktığının farkında bile değiller.Yanılsama onları mutluluğa götürüyor. Ne kadar da hınzır bir çelişki!!” dediğinde o sisli, puslu İstanbul gecesinden çıkagelen ölüm haberinin yarattığı yapayalnızlık sanki Pablo Neruda’nın hüzünlü dizelerinde kendini buluyordu.: “Bilmek acı çekmektir. Ve bildik / Karanlıktan çıkıp gelen her haber / Gereken acıyı verdi bize / Gerçeklere dönüştü bu dedikodu / Karanlık kapıyı tuttu aydınlık / Değişime uğradı acılar / Gerçek, bu ölümde yaşam oldu…’’
Curriculum Vitae’sine yeni bir gerçek eklenmişti. Bu gerçekler sonlanmayacaktı hayallerin peşinden gittiği sürece. Zira ‘insan hayal ettiği müddetçe yaşar’ sözü insanoğluna söylenmiş en büyük yalandı.
Ne demişti bir başka feylesof?
“İnsanın varoluşu onun özünden önce gelir. Yaptığın seçimler senin özünü dolduracaktır!”
Seçimleri doğru yapan gerçek varoluşuna kavuşacaktı.
O ise, Curriculum Vitaesi’nden iyice umudunu yitirerek esaret sarmalında kaybolup gidecekti…