Lodos poyraz derken, ardından kar geldi. Böylelikle havadan sudan söz etmem için iyi bir neden çıktı. Gerçi bana göre son zamanlarda hava puslu. Sağdan bahsetmek sağlığa aykırı, soldan bahsedersem o kulvar dinlencede, bizim takıma gelince ya aslanlar gibi kükrüyor, ya da “hava”dan nem kapıyor.
Eski bir alışkanlık, ne zaman kar yağsa televizyonun önüne oturur, okullar tatil edilecek mi? diye haberleri izlerim. Önceleri ‘okullar kapanmayacak’ denir, çocuklar sefil olup okula vardıktan az sonra tatil kararı verilirdi. Çok şükür şimdilerde meteoroloji daha çağdaş yöntemlere kavuştuğundan beri, en azından öğrenciler mağdur kalmıyor. Çocuk dediğin sevinmeli, ne olur iki gün okula gitmezse? Karlarda yuvarlanıp eve üstü başı batmış şekilde gelen çocuklarınızı, aynı televizyondaki “Ayşe Teyze” gülümsemesi ile karşılar,ardından bir ölçek “bilmemnematik”le dünyanın çamaşırını yıkarsınız... Karın böyle eğlenceli tarafları da var.
* * *
Pazar günü Ada’ya gidecektik. Anadolu Kulübü’nün Genel Kurul Toplantısı vardı. Daha önceleri pek önemsemediğim bu tür toplantılara artık mümkün olduğunca katılmaya çalışıyorum. Gelişmeleri yakından takip etmekte yarar var. Ancak öksürük ve sinüzite yenik düşmüş vaziyetteyken cesaret edemedim. Oysa bir grup dost Cumartesi’nden Ada’ya giderek Çınar’da eski PTT’nin yerine inşa edilen ‘Yıldızlar Oteli’nde şömineyi yakmışlardı bile.
Olmadı, gidemedik. Belki de kurul toplanamadı, bilemiyorum. Ama en çok imrendiğim, yıllardır yaz kış Büyükada’da yaşayan, Kamondo Han’ın yazarları Çiğdem ve Selim Tugay’ın “Adalar Postası” sitesine Adanın karlı halini koydukları resimlerdi.
* * *
Bizim Pazar programı ise Maçka Parkı’nda ayak basılmamış karların üstünde yürüyüş yaptıktan sonra sinemaya gitmek oldu. Çok hoştur bizim semtin sineması. Açıldığından beri müdavimi olduğumuz için komşuya gider gibiyiz. Bileti kesen, yer gösteren ve meşrubat satan aynı kişidir. Reklam sonrası kapıyı açar, ‘klima iyi mi?’ diye sorar. Kar kış zamanı da iyi oluyor.Yan veya ön koltukta yer varsa palto, şapka, şemsiyeleri de yerleştiriyoruz. Küçük salonları hep sevdim; ayrı bir sıcaklıkları var. Seans da çok güzel denk düştü. Hayli yetişkin olmalarına rağmen, ailenin iki delikanlısına biri evden çıkmadan, diğeri de eve girmeden önce yetişebilecektim. Küçük adımlarla hızlı yürümek kadar yorucu bir tempo yoktur sanırım. Tek derdim birine arabayı alma, diğerine de havaalanından geleceği için araba kullanma demekti. Ben söyledim, onlar da dinledi...
Zaten dinleselerdi, şaşardım. İki koca adamın peşinden niye koşulur? Koşulur, çünkü batı eğitimi alıp doğulu tarzda yaşayan geleneksel anneler, her an korumacı olmaya programlanmış durumdadırlar.
* * *
İstinye Park’ın billboardları hayli ilginç tasarımlara sahne oluyor. Özellikle son olarak 14 Şubat için gerçekleştirilen “Sevgilim Bir Odun” kulağa ters geliyorsa da oldukça ses getirdi. Frög Ajans’ı yaratıcılığından ötürü kutlarım. Bu vesile ile kreatif grupta yer alan Derya Tambay, Melis Rozental ve Ozan Özüm Özbey’i de tebrik ederim. Hazırlanan kampanyada hiç alışık olmadığımız bir şekilde sevgilimize hediyenin İstinye Park’tan alınması gerektiği vurgulanıyordu. İnternette “Sevgilim Bir Odun” hakkında yazılanları okumak çok keyifli.
İnternet demişken son zamanlarda ekranı her açtığımda, çeşitli konular içeren imza kampanyaları sıralanıyor. Kimi kılık kıyafetle ilgili, kimi ise ormanları kaybetmemekle ilgili. İmzalasam bir türlü, imzalamasam başka türlü. Mantığın sesiyle, vicdanın sesi birbirine karışıyor. Sizlere de geliyordur eminim. Ne yapıyorsunuz?