Hizbullah’ın operasyonlardan sorumlu lideri Imad Mugniye’nin öldürülmesinden gerek Hizbullah gerekse İran tarafından İsrail sorumlu tutuldu. Hizbullah ve İran olayda İsrail’in parmağı olduğunu iddia ediyorlar. İsrailliler, İran’da uyanan bu intikam duygusu nedeniyle elinde olsa hemen İsrail’e saldıracağına inanıyorlar.
Hizbullah’ın operasyonlardan sorumlu lideri Imad Mugniye’nin öldürülmesinden gerek Hizbullah gerekse İran tarafından İsrail sorumlu tutuldu. Hizbullah ve İran olayda İsrail’in parmağı olduğunu iddia ediyorlar. İsrailliler, İran’da uyanan bu intikam duygusu nedeniyle elinde olsa hemen İsrail’e saldıracağına inanıyorlar.
Maalesef çok yakın bir gelecekte böyle bir durum olası görülebilir. Zira İran, İsrail üzerine yöneltebileceği nükleer başlıklı silahlara sahip olmaya çok yakın.
Tabii ki bu süreçte yok olma kavramının sadece ABD ve Rusya’yı değil Hindistan, Pakistan gibi ülkeleri de korkutuyor olması İsrail için bir derece rahatlatıcı.
İran’ın böyle bir saldırı gerçekleştirmesi halinde oluşabilecek durum, herhangi bir saldırıyla hiçbir şekilde mukayese edilemez. İsrail karşıtı ülkelerin liderleri ülkenin tamamen yok edilmesine ve İran’ın kısmi tahribatına olumlu bakabilir. İsrail böyle bir olasılığı göz ardı edemez. Bu durum karşısında nasıl bir önlem alması gerektiği kararını verecek olan İsraillilerin büyük bir sorunla yüzleşmek zorunda oldukları apaçık. Halk böyle bir durumla karşı karşıya kalmamayı ümit ediyor.
Güvenliğin sağlanmasında ikilem yaratan sorunlar
İsrail’in Nasrallah’tan önceki Hizbullah liderini öldürülmesinin intikamını İran, Buenos Aires’teki Yahudilere saldırarak almıştı. Şimdi de benzer bir durum yaşanması endişesi duyuluyor. Geçmişte yaşanmış bu saldırı bu günlerde yeniden gündeme geldi. Konu Haaretz yazarı Anshel Pfeffer’in makalesinde irdelendi. Makale durumun yarattığı ikileme dikkat çekerken, İsrail hükümetinin öngördüğü çözümlere yer veriyor. Ayrıca, Mughiye’nin ölümü nedeni ile İsrailli liderlerin karşı karşıya kaldığı problemin, Hizbullah’ın İran destekli, ya da tek başına Diaspora Yahudilerine yöneltebileceği ölümcül saldırılar olabileceğini yazıyor.
Makale şöyle diyor:“Hoşumuza gitse de, gitmese de dünyanın her tarafında yaşayan Yahudiler İsrail Devleti ile özdeşleştiriliyorlar. 1994’te Buenos Aires’te yapılan saldırı ve geçen senelerde İstanbul’da yaşanan sinagog bombalanmaları, İsrail’in yumuşak karnıdır. Buenos Aires’teki patlamalarda, şimdiye kadar dünyada yaşanan antisemit saldırılarda ölenlerden çok daha fazla sayıda dindaşımız yaşamını yitirdi. Bu sayılar, başbakanın bir sonraki adımını atmadan önce düşünmesini gerektirmiyor mu? Diasporada yaşayan kardeşlerimize karşı ahlaki sorumluluğumuzu göz önüne almamız gerekmiyor mu? İsteyerek ya da istemeden dünyanın her tarafında yaşayan Yahudiler İsrail’in Hizbullah ve diğer terör örgütlere karşı savaşına dahil oluyorlar. Ancak İsrail’in radikallere karşı planladığı her saldırıda, dünya Yahudilerinin kaygılarını hesaba katması çok zor. İsrail uzun süre hayatta kalmayı istiyorsa Diaspora’da yaşayan Yahudilerin yaşamını tehlikeye atma riskini göze almaktan başka çaresi kalmıyor. Dünyadaki Yahudi cemaatlerin aldıkları güvenlik tedbirleri yerine göre değişiyor. Türkiye gibi terör eylemlerine maruz kalmış bir ülkede, alınan güvenlik tedbirleri ile şimdi bir sinagoga ya da bir Yahudi kurumuna girmek bir denizaltıya girmekten farksız oldu”
Yazar İran’da ekonomik nedenlerden ötürü hala yaşayan 25.000 Yahudinin durumundan bahsederek yazısını bitirirken: “Risk değerlendirme aşamasında kazanılacak olanlara karşı, onların güvenliğinin riski de değerlendirilmeli” diyor.
“Yok etmek çare değil”
Acaba teröristleri yok etmek, terörün kendisini de yok etmek demek mi?
Tanınmış İsrailli yorumcu Yoel Marcus bu konuda ikna olmuş değil. Haaretz’e yazdığı bir makalesinde şöyle diyor:“Bunca senedir terörle yaptığımız mücadeleden elde ettiğimiz sonuca göre bir terör örgütü liderini yok etmek terörün uzun vadeli sona ermesini sağlamıyor.Aksine Hizbullahın lideri olan Abbas Musavi’yi devre dışı bıraktık, yerine daha beter olan Nasrallah geldi.İran’ı terör ortağı olarak İsrail-Filistin çatışmasının içine çekti.Ahmet Yasin’i ortadan kaldırdık, ve ne oldu? Düşündüğümüzün tam aksine Hamas güçlendi ve en nihayet Gazze’yi ele geçirdi.
1982’de o dönemin Başbakanı Begin acil bir mesaj aldı. Arafat ordudaki nişancıların hedefine girmişti.Ne yapmaları gerekiyordu? Begin: “Hiçbirşey” dedi. Daha sonra konuştuğumuzda bana birkaç saatlik zaferin binlerce yaşama mal olacağını söylemişti. Şaron’un dediği gibi kendine hakim olmak da bir güç göstergesidir. Terör örgütü liderlerini izlemek, gözlemek onları öldürmekten daha önemlidir.”
Bazıları değişik koşullarda bu fikrin doğru olduğunu, ancak Mugniye konusunda durumun aynı olmadığını söylüyorlar. Mugniye’nin ölümü Hizbullah’a ciddi bir darbe vurdu. Bunun sonuçları ise kısa zamanda görülecek. Bazılarına göre Hizbullah misilleme olarak İsrailli bir bakanı öldürmeyi planlıyor. Bu nedenle birçok yerde ve özellikle kabine üyeleri için güvenlik önlemleri arttırıldı. Ama alınan önlemlere karşın, saldırı herhangi bir yerde ve herhangi bir kişiye karşı yapılabilir
Nazilerden alınan tazminatın çalınması
Avukat İsrael Perry, Almanya’dan Nazi rejimi zulmu altında kalan Yahudilere tazminat olarak yollanan parayı zimmetine geçirdiği gerekçesi ile geçtiğimiz salı günü 12 yıl hapis ve 22 milyon Şekel para cezasına çarptırıldı. Perry avukat olarak gereken formaliteleri yapmakla yükümlüydü. Savcıya göre Almanya’nın tazminat olarak ödediği 320 milyon Markı kendi hesabına yatıran Perry lüks içinde yaşarken, müvekkilleri olan Nazi kurbanları fakirlikle boğuşuyorlardı.
Birlik hükümeti mümkün mü?
Knesset’in Savunma Komisyonu Başkanı Tsahi Hanegbi, salı günü bir birlik hükümetinin oluşturulmasını önerdi. Hanegbi: “ Durum gün geçtikçe daha tehlikeli görünüyor ve böyle bir hükümetin oluşturulmasını şart kılıyor” dedi.
Kadima Partisi ileri gelenlerinden olan Hanegbi’nin bu açıklamasını Olmert ile görüştükten sonra mı yaptığı merak ediliyor.
Gerçenten de Olmert Hükümeti’nin bu günkü durumunun pek parlak olduğu söylenemez. Zira Knesset’teki çoğunluğu Şas Partisi’nin desteğine bağlı. Oysa bu parti İsrail- Filistin konuşmalarında Kudüs sorununun gündeme gelemsi durumunda koalisyondan çekileceğini, böylelikle hükümetin düşeceğini ileri sürüyor. Kudüs’ten bahsetmeden İsrail’in Filistinlilerle anlaşması mümkün değil.
FÖY Lideri Mahmud Abbas’ın, görüşmelerin olumlu geliştiğine yönelik açıklaması herkesi şaşırttı. Kudüs sorununa bir çözüm bulunmadan bir anlaşmaya varmanın mümkün olmadığı herkesçe bilinen bir gerçek. Bu günlerde bir araya gelecek olan Olmert, Tsipi Livni, Abbas ve Kurey Kudüs sorununa çözüm bulmadan barış yönünde bir adım atabilecekler mi? Bunu gerçekten yapabilirlerse bir mucize olur.
Hanegbi’nin Birlik Hükümeti projesi Knesset’te sıcak karşılanmadı. Likud seçime gitmek istiyor. Çünkü seçimlerden Knesset’in en büyük partisi olarak çıkabilir ve Netanyahu yeni bir koalisyon hükümeti oluşturabilir. Oysa Winograd Raporu tehlikesini atlatan Olmert iktidarda kalmaya çalışıyor. fakat bunun için Şas Partisi’nin koalisyonda desteğine ihtiyacı var. Şas’ın varlığı konuşmalarda ilerlemeyi engelliyor. ABD Başkanı Bush Mayıs ayında bölgeye gelecek ve İsrail- Filistin görüşmelerini inceleyecek. O zamana değin önemli bir gelişme kaydetmek gerekiyor.