ŞALOM’un geçen haftaki sayısında, Cambridge Üniversitesi bünyesinde bulunan “Müslüman ve Yahudi İlişkileri Araştırma Merkezi” nin İslam bilimleri akademisyenleri ile bazı Müslüman toplumlarının önde gelen liderleri tarafından imza altına alınan, Yahudi dünyasına hitaben yazılmış bir açık mektup yayınlandı.
“Özellikle İsrail - Filistin anlaşmazlığının ipoteği altına giren Yahudi – Müslüman ilişkilerini tekrar eski günlerine getirmek, aykırılıklardan çok benzerlikler taşıyan bu iki monoteist din arasındaki karşılıklı anlayışı yeniden oluşturmak için bir çaba” olarak tanımlanan bu açık mektubun ve taşıdığı mesajların, Türkiye’deki yazılı ve sözlü basının ilgisi dışında kalması, dolayısı ile kamuoyuna yansımaması bir kayıp…
Günümüzde dünyanın genelinde olduğu gibi ülkemizde de Yahudi düşmanlığı İsrail - Filistin anlaşmazlığı ekseninde hayat buluyor. Siyasi polemiklere boğulmuş, çıkış noktası çoktan tarihin eskileri arasına girmiş bu sorunun, iki büyük öğretinin birbirlerine olan duruşlarına anlam katması çok acı. Problemin çözümü için birbirini dinlemenin, birbirini daha iyi anlamanın kayıtsız bir şart olduğu açık… Hal böyle iken, yanlış bilgilendirme süreci ile yoğrulmuş şüpheciliğin pençesinde, yakınlaşmadan hızla yabancılaşmaya akıyor Yahudi – Müslüman ilişkileri… Ve basınımız, aydınlarımız buna izin veriyor, en azından seyirci kalıyorlar...
Geçtiğimiz günlerde, Sakarya Üniversitesi’nde gerçekleşecek ve İsrail’in İstanbul Konsoloslusu Michal Gur Aryeh tarafından verilecek bir seminerin, öğrencilerin yoğun tepkileri nedeni ile iptal edildiği basına yansıdı. (Sabah 12.03.2008) Çok kısaca verilen haberde tepkilerin nedeni yer almıyordu, ancak bunu tahmin etmek çok ta zor olmasa gerek.
Uluslararası ilişkiler okuyan öğrencilerin, Türkiye’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden biri olan İsrail’in bir sözcüsünü tanımaları, onunla temas kurmaları dağarcılıklarına yeni bir şeyler katabilirdi oysa… Belki de, dünyanın dört bir yanından Müslüman bilim ve din adamlarının kaleme aldıkları o açık mektubu okusalardı, önlerine gelmiş bu fırsatı tepmezler, bilakis anlamak adına, öğrenmek adına kendilerine bir şans verirlerdi.
Keza, Avrupa’da yaşamlarını azınlık olarak sürdüren Müslüman ve Yahudilerin kendilerine yönelik olumsuz ayırımcılıkla savaşmada beraber hareket etmeleri gerektiğinin, Yahudi - Müslüman ilişkilerinin odağını oluşturan İsrail - Filistin çekişmesinde şiddetin çözüm olamayacağının altını çizer, diyalogun kalıcı barışı tesis etmede ne denli önemli oluğunu okurlar, ve anlarlardı, kim bilir! Belki de o zaman tepkilerini daha değişik bir şekilde sergilerlerdi…
Basınımızın, zaman zaman duygu sömürüsü seviyesine ulaşan yayınlarının yalnız Gazze’nin içler acısı durumunu gözler önüne sermesi, bugün Sderot ve Ashkelon gibi İsrail’in güney kentlerine gönderilen Kassam roketlerini veya dün Kiryat Şmona, Nahariya hatta Hayfa gibi kuzey kentlere Lübnan’ın güneyinden sallanan Katyuşaları yok sayması, toplumun yanlış bilgilendirilmesinin - ve bu tür prematüre tepkilerin - doğal nedenlerinden biridir. Aslında çok ta haksızlık etmemek gerek… Bu yalnız bizim basınımızın değil, tüm dünya basınının - istisnaları olmakla birlikte - takındığı tutumu ifade ediyor, ne yazık ki!