Pırıl pırıl bir Sunday sabahı uyandım. Kalktım ve Nike terliklerimi giyip salona yürüdüm. Anneme good morning dedim. O da good morning oğlum diye karşılık verdi. Babamın ben uyurken çıktığını duyunca nerde olduğunu sordum. Annem jogging yapmaya gittiğini söyledi. “Okay” dedim. Televizyonu açtım. Digiturk’te kanalları gezmeye başladım; Show TV, Fox TV, Star, Comedy Max derken karnımın acıktığını hissettim ve hemen cornfleks doldurdum. Deliceous bir yemekten sonra değişmek için odama gittim. Kapıdaki Welcome Cem’s House yazılı plakayı düzelttim ve dolabımı açtım. Altıma bir jean geçirdim. Üzerime ise Abercrombie bir t-shirt. Kardeşim Roxy’e Converse’lerimi giyip giymediğini sordum. O da “No” diye seslendi. Tam önümde olduğunu but bunu fark edemediğimi görünce “İnteresting” dedim kendi kendime. Birden alarm çaldı. “Wake up!” repliği olan şarkıyla akşam gideceğim Fenerbahçe-Galatasaray maçını hatırladım. “Yes!” diye çığlık attım. Çok happy hissettim kendimi. Evden çıkarken Volswogen arabamın anahtarını aldım ve anneme “bye” diye bağırdım. Arabama doğru yürürken etrafımdaki yazıları içimden okuyordum. “From Ahmet, Jasmin Çiçekçilik, Kebap and Kebap,Barber Adem” derken arabaya vardım. Sabah sabah içilecek bir Cappucino’nun zevki bambaşka olduğundan ilk işim Cafe Crown’un karşısındaki, Gloria Jeans’in yanındaki Starbucks’a gitmek oldu. Kapıda bekleyen valeye arabamı verdim ve içeri girdim. O sırada yanımdaki kızların croissant yanında espresso menüsü aldıklarını görünce canım çekti. Bende copy paste olmasın diye Brownie yanında espresso aldım. Kasada duran beyfendi adımı sordu. Ben de Cem dedim. Hızla arkasına döndü ve “Bir sıcak Brownie please!” diye arkadaşına talimat verdi. 5 dakika beklemem gerektiğini söylediler. Ben de “Goal!” yazılı derginin sayfalarına bakındım. Tam Champions Leage ile ilgili bir subject okurken birden çalışan arkadaşlardan biri Mister Cem hazır alabilirsiniz dedi. Paket yaptırdım ve çıktım. Ferrari ve Porche marka arabaların arkasında, Range Rover’ın hemen önünde duran arabamı lock on yaptım. Tam arabaya biniyordum ki telefonum çaldı. İstanbul’lu Kenan Doğulu’nun “Shake it up Şekerim” şarkısı çalıyordu. Telefonu açtım ve “Alo” dedim. Arayan akşam beraber maça gideceğimiz arkadaşım Sunny idi. “Maçtan önce randevu yapma bir Burger King yapalım” dedi. Ben de okay yapalım diye onayladım. Arabaya bindim radyoyu açtım. Murat Boz’un “Benim aşkım Maximum” sözleri yankılanıyordu. Sesi açtım ve yola çıktım. Alışveriş yapacaktım. Arbayı, park etmek zor olacağı için eve bıraktım ve taksi aramaya çıktım. Bakınıyordum ki üzerinde “Taxi” yazan bir araba geçiverdi. Stop diye bağırdım ama duymadı. Neyse ki dolmuş vardı ve beni gördü. Şoföre hello manasında kafa salladım ve yerime geçtim. Yanımda Ipod dinleyen gence City’s den geçip geçmediğini sordum, genç geçtiğini söyleyince rahatladım ve ağzıma bir relax sakızı attım. Önümdekine paramı uzattım ve vermesini istedim. Aldı, kalanını geri verdi. “Oh, Merci” dedim. İlerlerken önümdekilerin konuşmalarına kulak misafiri oldum. Yaşlı bir teyze orta yaşlı, lacoste giymiş beyfendiye yol tarif ediyordu. “Bak oğlum, şimdi Mc Donalds’ı biliyorsun. Oradan sağa dön ilerle karşına House Cafe, Harvard Cafe, Friday’s çıkarsa doğru yoldasın. Düz git, sonra sola dön yokuşu in. Accesoirize’ı geç Sephora’ya kadar gel. Derwish sağında kalacak şekilde karşıya geç. Orada kime sorsan söylerler.” Adam da anlamış olacak ki “Tamam easy o zaman” deyince hepimiz güldük. Derken Nişantaşı’na vardık, gidiceğim yere geldiğim için indim. “Garage” yazılı otoparkın tamamen dolu olduğunu görünce iyi ki arabasız geldiğimi düşündüm. Öğlen olmuştu ve Sunny ile buluşmamıza az kalmıştı. Hemen Adidas’a girdim bir kaşkol aldım ki akşam maçta üşümeyeyim. It’s a joke’un önünde Sunny ile buluştum ve Amerikalı usülü çaktık. Heyecanla Beşiktaş’a geçtik ve elimize hot dog alıp vapura atladık. Yanımızdaki adam “gaste” okuyordu. Hani İsveçli adamın, Pelle Anderson’un çıkardığı gazeteden. Diğer yanımızda ise iki adam iş üstüne konuşuyordu. “Dün işteyim. Bir baktım not book’um evde kalmış. Lap top’um da olmasa ne yapardım.” Bu sohbetle maça gittik. Stada girerken full olacak diye düşündüğüm tribünlerin yer yer boş olması ilgimi çekti. Hemen birer pop corn aldık ve yerimize oturduk. Sunny sahayı görür görmez : “Süper stad” dedi. Doğru dedim. Fenerbahçe tribününde oturuyorduk. Yanımızdakiler yeni Fenerbahçe Fans gruplarına üye olduklarını konuşuyorlardı. Biz ise samba müziği ile dans ediyorduk. Maça az zaman kala futbolcular sahaya çıktı. Anında da tribünler “Kill for you” pankartı açtılar. Sahaya çıkan futbolcular: Alex,Deivid, Vederson, Kezman, Colin Kazım, Carlos, Aurelio, Lugano, Edu ve Maldonadoydu. Diğer dutbolcular da Teknik direktör Zico’nun yardımcılarından Moraci Santanna ile birlikte streching hareketleri yapmaya çıktılar. “I love you Alex!” tezahuratları kulakları sağır edecek biçimde haykırılırken, sahaya Galatasaray çıktı. Ultra Aslanlı taraftarlar çılgına dönmüş, takımlarını destekliyorlardı. Isınma bittikten sonra futbolcular soyunma odasına gitti. Her şey ready durumdaydı. Dakikalar sonra maç başlayacaktı. Takım kadroları anons edildi. Futbolcular sahaya çıktılar. Alex’in kolunda üzerinde “C“ yazan “Captain” anlamında bir bant vardı. Fantastik derbi start aldı. Maçın ilk dervresi çok kontrollü bir strateji izlendi. İkinci devre daha hızlı başladı. Birden bir faulle stat sessizliğe gömüldü. Galatasaray kullanacaktı. Free-kick olmuştu. Lincoln orta yaptı fakat top köşe vuruşu anlamına gelen “kornere” çıktı. Vuruş yapıldı ve top Fenerbahçe’de kaldı. Bu bir “kontra atak” idi. Carlos ortaladı, hakem “Ofsayt yok” dedi. Top yükseldi, Kezman demi vole vurdu ve gol oldu. Sunny “Adamım işte” diye bağırdı. Büyük ekranda “Goal!!!” yazıp sönüyordu. “Are you ready?” şarkısı ile tüm trübünler dans etti. Ardından da Brezilya müzikleriyle.. Maç bitti ve eve döndük. Kapıyı çaldım , babam “Kim o ?” diye sordu ben de “Cem dad!” dedim. Girdim, computer açıktı. Facebook, MSN derken uykum geldi. Salon da Titanic izliyorlardı. Ben ise biraz Sheakspeare’den Hamlet’i okuduktan sonra yattım.
İşte bir günüm. Belki gülerek okudunuz, belki ağlayarak..Fakat emperyalizmin ülkemize dayatmasını ancak böyle yaşayarak anlardık. İşte ülkemizin durumu ve gençliğin batı özentiliği..Bu gidişe ya dur demek lazım, ya da Türkçe’ye, Türk Kimliğimize, yani Türkiyemize bye bye demek.