Ekonomik kriz yavaş yavaş ABD’de etkisini azaltırken bu ülkeyi uzun süredir fonlayan Avrupa Bankaları gerçek zararlarını açıklamaya başladı. ABD’de Lehman Brothers ile ilgili haberler fos çıkarken İsviçre’nin en önemli bankalarından biri UBS’in zararının 20 milyar dolara yakın olduğu açıklandı. Krizin Avrupa’ya, özellikle de bankacılık merkezi İsviçre’ye sıçraması hiç şüphesiz yüzyıllardan beri süregelen sisteme güvenin çok ciddi bir şekilde sarsılmasına sebep olacak.
Kayıplarını çıkarmaya çalışan ve ciddi likidite sorunu yaşayan uluslararası finans firmaları ne pahasına olursa olsun özellikle ratingi düşük, ancak getirisi yüksek ülkelerden hızlı çıkmaya çalışacaklardır. Batma riskiyle karşı karşıya kalan bu firmalar karlarının önemli bir kısmını ister istemez değişen dengelerle yerel sermayelere kaptıracak. Yerel sermayeler bir şekilde güçlenirken özellikle cari açık riski taşıyan ülkeler ister istemez zor durumda kalacak. Ancak batanlar battıktan sonra, her şey nerdeyse hiç olmamışçasına son derece hızlı bir şekilde eski haline dönecek.
2008 yılı belirsizliklerin ve krizlerin ön planda olduğu bir yıl olarak devam ederken Ortadoğu’da İsrail, hem Filistinlilerle hem de Suriye ile barış yapma arayışı içerisinde.
İsrail’in Hamas ile anlaşma şansı hiç yokken, Abbas yönetimindeki Batı Şeria’da Filistinlilere değişik serbestiler sağlanıyor. İsrail sık sık Filistinlilerle barış için çaba gösterdiklerini söylese ve bu yönde uğraşsa da, özellikle ABD’nin bugünkü durumda herhangi bir destek vermesi beklenemez.
Ne yazık ki, 8 senelik George W. Bush Ortadoğu barışına hiçbir katkıda bulunmadı tam tersine özellikle Filistinlilerin daha da sertleşmesine ve radikalleşmesine sebep oldu. İsrail halkı bu süreçte daha barışçıl söylemli yönetimleri iş başına taşırken, Filistinliler biraz da ABD’nin tutumuyla radikal söylemli Hamas’ı iktidara getirdi.
Bush, Ortadoğu sorununu görüşmek üzere Filistin lideri Mahmud Abbas’ı Beyaz Saray’a davet etti. Bush’un görevinden ayrılmadan hemen önce yapacağı görüşme ne kadar verimli olabilir ki?
Diğer yandan İsrail- Suriye ile barış arayışı içerisinde. Daha önceki girişiminde İsrail, tavizlerle masaya otursa da -birazcık da korkusundan olsa gerek- Esad rejimi ile barışa yanaşmadı. Barış aslında hem Suriye’yi, hem Lübnan’ı, hem de İsrail’i rahatlatacaktır. Bu barış ortamında İsrail’in Filistinlilerle barış yapması daha da kolaylaşabilir.
Hiç şüphesiz böyle bir barış, bölgenin kalkınmasına ve gelir düzeyinin önemli ölçüde artmasına sebep olacak. Ancak Esad yönetimi -önemli ölçüde korkusundan- böyle bir barışı arzu etmiyor. Bölge barışı ister istemez Esad’ın krallığının zarar görmesine sebep olacak.
Her ne kadar İsrail barışı istese de, bu barış en azından yeni ABD başkanı seçilinceye dek hayal olmaktan öteye geçemeyecek.
Bu arada ABD başkanlık seçimi yarışı tam gaz devam ederken, Demokratlar Hillary Clinton ile Barak Obama arasında kalmış durumda. İşin ilginç tarafı Clinton- Obama kapışması en çok Cumhuriyetçi aday Mc Caine’e yarayacak gibi. Obama seçmenlerinin önemli bir kısmı, Obama’nın aday gösterilmemesi durumunda Mc Caine’e oy vereceklerini belirtiyorlar. Obama ile Clinton birlik olmazlarsa, başkanlığı bir dönem daha Cumhuriyetçilere kaptıracaklar.