Bugüne kadar yazılarımın çoğunda “birey” kavramına değindim. Çağımızın bireyselleşme sürecinin olumlu ve olumsuz yönlerini ele almaya çalıştım ve daha birtakım cevapları arıyorum. Bu hafta ise yine günümüzün ön plana çıkardığı bir başka kavrama değinmek istiyorum, çevreye. Bireyin aile, dostları ve iç dünyasının önceliği benim için tartışılmaz. Oysa çevre bambaşka bir olgu. İlgi alanlarımız, hedeflerimiz ve motivasyonlarımız doğrultusunda, bir çevre kültürü doğuyor. Peki tam olarak nedir bu çevre? Ne işe yarar? “X kişinin çevresi geniş” ne demek?
Hayatta çoğu şey karşılıklıdır. Burada maddiyatın yanı sıra, manevi ve doğal karşılıkları da ele alıyorum. Ne var ki çağımız, şiddetli bir biçimde maddi karşılıkları destekliyor. Çevre anlayışı da bu eksende yerini alıyor. Hatta kendi kuşağım için çevre kavramı, neredeyse maddiyattan tomurcuklanıyor... Oysa maneviyattan eksik olan öğeler, tükenmeye mahkûm değil midir?...
Geçtiğimiz hafta sonu bir dostumla dertleşirken, tezini tamamlamasına yakın iş arayışına gireceğinden söz ediyordu. O başarılı bir eğitim süreci ve kişisel gelişimin ülkemizde bir yere kadar insanı bir yere kadar taşıdığını dile getiriyordu. Sıra iş bulmaya gelince, tartıştığımız üzere, gerçek asıl yüzünü gösteriyordu: çevre. “İyi bir eğitim = iyi bir iş” formülünü şöyle şekillendirdik, “(iyi bir) eğitim + çevre = iyi bir iş” veya kimi durumda “çevre = iyi bir iş”.
Çevrenin ikinci olarak çağrıştırdığı popülerlik, tanınmışlık. Bu denklemin üzerinde fazla durmayacağım. Dost ve arkadaşlık kelimelerine saygım sonsuz. Belirttiğim gibi, manevi değerlerden eksik yaklaşımların gerçekçi bir iletişim sağlayabileceğine kanaat getiremiyorum.
O hâlde çevre ne işe yarar, neden var? Birtakım olanaklar sağladığını, getirileri olduğunu göz ardı edersek, geride kalanlar asıl yanıtı sunuyor. En azından bu soruya karşılık içinizde bir boşluk hissi doğmuyorsa, “çevre” sizin için değer yaratan bir kültür niteliğinde diyebilirim.
Bir önceki hafta sonu, 6 yıl aradan sonra diş hekimliği fakültesinden mezun olmak üzere olan bir başka dostumu gördüm. 6 yılda yaşadıklarımızı birkaç saat içinde özetlemeye çalıştık. Anlattıkları arasında fakülte yaşamının yanı sıra bir ajansa girişi, özel çalışmaları, bir dönem motosiklet hakemliği yapmış olması, fotoğrafa merakı, Rusya’ya yolculuğu ve koyu Fenerbahçeli oluşu vardı. Yemeğin ardından bildiği bir bara oturduk ve birkaç aydır tanıdığı, barın arkasındaki çalışan kadınla olan sohbetinden etkilendim. Ara sıra uğrar, dertleşirler Sıraselviler’deki o barda. Onları izlerken işte çevre “bu” dedim. Büyük şehrin zorlulukları karşısında bir yaşama sanatı ortaya koymaya çalışmak. Çizdiğiniz hayat tablosuna farklı insanlardan, farklı renkleri içtenlikle ekleyebilmek.
“Çevreniz ne kadar geniş?” Bu soruyu özenle sormak lazım; çünkü aradığınız yanıtlar çok farklı bir yerde olabilir. Özgüveni, bilgi birikimini, çalışma arzusunu ön planda tutmalı. İnsan kendini aşma, kendini gerçekleştirebilme yeteneğine sahip tek canlı türü. Bu bağlamda, kimi canlılar arasındaki simbiyoz yaşam şekli, toplum düzeniyle karşılaştırılamayacak kadar ilkel kalıyor. Yine de an geliyor çevre anlayışı, simbiyoz yaşamı hatırlatıveriyor. Ben iyi ideallere inanıyorum ve çevrenin önemli bir kavram olduğunun farkındayım. Sonuç olarak, ideallerimiz ve çevre anlayışımızın kesişim alanı ne kadar geniş olursa, yaşama sanatımız da o denli gelişecektir.