Bir hafta içinde, yaşamın farklı kesitlerinden, renklerinden, kendilerine özgü felsefeleri olan, saygı duyduğum üç kişi ayrı yerlerde ebedi istirahatlerine çekildiler.
Eski Büyükadalılar Koço Katakuzino’yu “Koço Kalfa” olarak bilirler. Rahmetli Koço günümüzde “arasan da bulamazsın” dedikleri türden inşaat kalfalarındandı. Malzemeden kaçmayan, çalışmaktan bıkmayan, bir basamağın bile kaç cm olması gerektiğini bilen ve yaptığı işe saygı duyanlardandı. Mesleği dedesi Andon’dan, sonra da babası Yorgi Katakuzino’dan öğrenmişti. Zamanın ünlü mimarları Sedat Eldem (Deli Sedat), Abdurrahman Hancı, Ercüment Bika ile çalışmış, Edmond Sarfati ile de Büyükada’daki Havrayı eskisiyle birebir yeniden inşa etmişti.
Koço Kalfa’yı tanımayan birçok Adalı bayan, oğlu Niko Katakuzino’yu muhakkak bilirler. Kuaförlüğü yıllardır bir sanat olarak sürdüren Niko Bey kışları şehirde, yazları da Ada’da geçirir. Kış mevsimi boyunca her Pazar “baba”yı ziyarete giden Niko, vapur tarifesini de herkesten önce edinir.
Büyükada’nın en yaşlısı olarak anılan Koço Katakuzino vefat ettiğinde yüzbir yaşında idi Bu kadar uzun bir yaşamın sırrı belki de şehirden uzak ,yaz kış Ada’nın temiz havasını solumasıydı.
Koço Kalfa’ya son yıllarda rastlamadım. Geçmişten bazı kareler hala belleğimdedir. Babamla yaptıkları Rumca sohbetler ve ardından gelen bir cümle;
“Vre Müsyü Albert kahveyi soğuk severim ben..”
Koço Kalfa şimdi bir tarafı denize, bir tarafı ormana bakan Küçük Tur yolunda, seyirlerde.
* * *
Zograp Marutoğlu, mavi gözlü, beyaz gür saçları ile heybetli bir duruşa sahipti. Aynı apartmanda otuz yıl kadar komşuluk yaptık. Eşi vefat ettikten sonra yeniden evlendi. Müteahhitlik yaptığı için, apartman yöneticisi her sorunda ona danışırdı. Kahkahası bol ama aynı zamanda küfürbazdı. Etrafta bir hanım olduğunu farkettiğinde;
“Pardon e madam” demeyi de ihmal etmezdi. Kapıcımız Hasan Efendi’nin en çok çekindiği apartman sakinlerindendi. Zograp Bey bitmeyen kapı önü sohbetlerimizi “Hadi Adiyo” diyerek noktalardı. Apartman toplantılarının vazgeçilmezi olan Zograp Bey ateşli tartışmaları sürdürmeyi kalın ses tonuna borçluydu. Herkes gittikten sonra da: “Boşver şu nemrut kadını. Kocası başa çıkamamış, biz mi uğraşacağız. Varsın konuşsun!” diyerek ünlü kahkahasını atardı.
Yaşı ilerlemişti ama iyiydi. Ta ki geçen sene apartman kapısının önünde düşene kadar. Yardıma gelen kapıcıya: “Şimdi b.. u yedik Hasan” demişti. Dediği de oldu. Uzun bir hastalık döneminden sonra bize veda etti. Az da olsa gösterişi seven komşumuz şimdi ünlü Balyan Ailesi’nin bulunduğu Üsküdar’da dinleniyor.
* * *
Sara Rina Bronştayn ya da okul arkadaşlarının çağırdığı üzere, Rina Bayburi. Sevgi dolu, zarif Rina. Annemin çocukluk günlerinden beri arkadaşı olan bu hanımefendi bir türlü büyüdüğümüze, dolayısı ile de çocuklarımızın da büyüdüğüne inanmak istemezdi. Bir araya her gelişimizde, elimi avucuna alır: “Şimdi anlat” derdi. Kurumlara olan ilgisi ne ölçüdeydi bilemem, ama okul onun zaafıydı. UÖML’ni çok yakından izlediğini biliyorum. Rahmetli eşi Viktor Bronştayn bu konuda biz Şalomculara: “Her hafta bu konuyu işleyeceksiniz” diye serzenişte bulunsa da, Rina yumuşak ses tonuyla: “Yavrum benim, okula bu kadar emek verildi. Yaşaması lazım.” dediğine tanığım.
Günümüzde traji komik sayılacak bir nedenle Rina ve Viktor Bronştayn evlenmek için ailelerini ikna edene kadar uzun bir süre beklediler. “O zaman öyleydi” derdi Rina gülerek. Hala çaresi bulanamayan hastalık onu da alıp götürdü. “Sevgilisinin yanına gitti” dedi annem. Annemin bu sözleri daha önce hiç kimsenin ardından söylediğini duymadım.
Mekanı cennet olsun.