Anna; üç çocuk sahibi bir kadındır. Eşinin kıt geliriyle mucizeler yaratmaya çalışan sevgi dolu bir annedir. Yani yemeyip yediren, içmeyip içiren ve giymeyip giydiren bir annedir o.
Hayatı hiç de kolay değildir. Erkenden kalkar, çocukları için tüm gün boyunca hiç durmadan didinir durur.
Yıllar yılları takip eder. Anna’nın büyük oğlu yurtdışında bir burs kazanır. Birkaç seneliğine diye gider; ama orada kendine bir hayat kurar ve dönmez. Anna onun için sevinçlidir: “Kurtardı çocuk kendini. İşi iyiymiş. Kız arkadaşı da varmış. Keyfi yerinde. Annelik nasıl bir hadise? Oğlum mutlu ya, ben hasret acısıyla yansam bile önemli değil. Yeter ki o mesut olsun. Hani çocuğun yemek yeyince sanki sen yemiş gibi olursun ya öyle. Canım İzakitom, o iyiymiş bana yeter” der dostlarına.
Ardından sıra ortanca kızı Rivka’ya gelir. Rivka’nın sevdiği bir genç vardır. Ancak çocuk ona ilgisizdir. Rivka hep hırçın ve sinirlidir. Anna ona hiç ulaşamaz. Kızı etrafına girilmez bir çit çekmiştir. Mutsuz tavrı annesini çok üzer. İçinde fırtınalar kopan kızı, çareyi iş hayatına atılmakta bulur. Tam bir işkolik olur. Gözü kimseyi görmez. Sürekli toplantılarda, konferanslardadır. Anna yine kızına ulaşamıyordur.
En küçük kızı bir hayli güzeldir. Güzelliğini Anna’dan almıştır. Kendine bakar. Tam bir “süslü” kızdır. Bir gence aşık olur. Onunki mutlu sonla biter. Minik Dalyacık hemen evlenir. Yakışıklı prensiyle etrafına mutluluk güvercinleri yollar. Anna her gece yatağına yatınca üç ayrı telden çalan, aynı annenin karnından çıkan üç farklı çocuğunu düşünür. Onlar, onun için hala üç küçük çocukturlar. Geçmişle ilgili anılarını anımsar, yüzüne tatlı bir tebessüm yayılır. Onları düşünerek hayale dalar.
Anna’nın eşinin kazancı hiçbir zaman parlak olmamıştır; ama üç çocuk büyütmüşlerdir o parayla. Yetiştirmiş ve evlendirmişlerdir; ama emekli olunca ellerine gerçekten çok az bir para geçer. Bu da kiraya ve ufak tefek ev ihtiyaçlarına gider. Yaşlılığa doğru yelken açarlarken bu yıllar boyu her türlü zorluğa göğüs geren çift maddi problemlerle karşılaşırlar. Eşi: “Çocuklardan yardım isteyemez miyiz? Ne dersin tatlım?” der. Anna: “Nasıl isteriz? Hepsinin kendi aileleri, kendi sorunları var. Başka bir yol bulmalıyız.” der. Birkaç ay sonra Anna’nın eşi bir bankta otururken kalp krizi geçirir ve bu dünyaya gözlerini yumar. Cenazede üç yavrusu seneler sonra biraraya gelmiştir. Anna üzüntüsünü içine gömmeye çalışır. Her zamanki gibi kuvvetli görüntüsünü bozmaz. Çocuklarına destek olur.
Bir hafta sonra hayat kaldığı yerden devam eder. Oğlu yurtdışına döner. Kızı işlerine devam eder. Küçük kızı da evindedir.
Anna evinde yapayalnız kalmıştır. Dostları: “Çocuklar seni evlerine almak istemedi mi?” diye sorunca herkese “Yalvardılar. Yarışa girdiler; ama yok olmaz. Benim burada düzenim var. Rahatım yerinde. İstemedim” diye belirtir.
Oğlu arada bir arar. Ortanca kızı da telefonla görüşür. Üçüncüsü aradığında mutlaka bir şey ister: “Anne, yarın arkadaşlarım gelecek. Gelip yardım eder misin?” gibi sözler sarfeder. Kimse “Annemiz iyi mi, bir ihtiyacı var mı, parası var mı, aç mı?” diye ilgilenmez. Hepsi kendi havasındadır.
Bu yaşlı dul haliyle kira ödeyerek, alışverişini kendi yaparak emekli parasıyla yaşamaya çalışır. Hayatı hep zor olmuştur onun. Sanki bu alınyazısıdır. Çocukları onun bu halini hiç görmezler, belki de göremezler. Fark edemezler.
Bir anneler günü Anna şık şık giyinir eski bir düğün kıyafetini. Çocuklarını bekler. Oğlu yurtdışından cep telefonuna sevgi dolu bir mesaj yollar. Ortanca kızı telefon açar: “Anne, Koreli müşterilerimiz burada. Onları yemeğe götürmeliyim. Kızmazsın değil mi mamika?” der. En ufak kızı: “Anne, kayınvalidemlerle pikniğe gideceğiz. Eşimin ailesiyle olacağız gelemeyeceğim. Yarın uğrarım. Anne ya deep-freez’e bamya atacaktık ya. Üç kilo bamya getirsem yine soyar mısın?” der her zamanki gibi sadece birşey istemek için arar anasını.
Anna evinde oturur. Tek başınadır. Her Pazar dostlarıyla buluşur ama bu pazar “Anneler Günü”dür. Herkesin çoluğu çocuğu gelmiştir ziyaretlerine. Ya onunkiler? Gelmemişlerdir! Peki annelerinin durumunu soran var mıdır? Her anne gibi suçu yine kendinde arar: “İyi olduğumu görüyorlar. Nereden bilsinler ki bazen yemek alacak bile para bulamadığımı. Boş tencerelerde su ısıtıp konu komşuya rezil olmamaya çalıştığımı. Aidatlar için annemden kalma yüzüğümü satttığımı. Artık satacak değerli birşeyim kalmadığını. Dostlarımın çocuklarının düğünlerine, bar mitsvalarına götürecek hediyem olmadığı için katılamadığıım” diye düşüncelere dalar.
Sabahleyin kahveye gelen Merkada, kapıyı açmayan Anna’yı merak eder. Anna rahatsızlanmıştır. Hastaneye kaldırılır.
Haber alan oğlu da yurtdışından gelir. Üç kardeş yoğun bakımın önünde anneleri için dua ediyorlardır. Merkada: “Anneniz sizi yetiştirmek için nelere katlandı? Ne zorluklarla mücadele etti? Sizler onun kıymetini bilemediniz. Bir gün bile onun sorunlarıyla ilgilenmediniz. Onu yapayalnız çaresiz bıraktınız. Kaç kere söyledim. Git durumunu anlat çocuklarına diye. Sizi üzmek istemedi, çekindi. Yaşarken annenizin kıymetini bilmelisiniz. Anneler birer melektir. Sadece yavrularının menfaatlerini düşünen birer iyilik melekleridir. Umarım Tanrı onu size bağışlar. Kendine gelir; ama bu sefer elinindeki cevherin kıymetin bilin. Onu yüzüstü bırakmayın. Onun size, sizin ilginize ihtayacı var. Bu kez sağır ve dilsizi oynamayın!