Gazete ve televizyondan takip ediyorsunuzdur harika haberleri. Kene salgını, çorak topraklar, kuruyan barajlar, yükselen benzin fiyatları, trafik sorunu… Ötesi, artan enflasyon, cari açık, adaletsiz gelir dağılımı, işsizlik… Daha da ötesi, siyasi didişmeler, dinlenen telefonlar, takibe alınan insanlar, türban konusu, kapama davası… Listeyi çoğaltmak mümkün elbette, ancak çoğaldıkça insanın içi daralıyor…
Bu hengamenin içinde sokaktaki insan – bizler – savrulup gidiyoruz sabahtan akşama kadar.
Kaç kişi ne yaptığını tam olarak biliyor? Ötesi kaç işletme hedef tespiti ile, etüt edilmiş bütçelerle iş yapıyor? Daha da ötesi siyasi erki elinde bulunduranların, yasama yetkisi ile, yürütme yetkisi ile donatılmış olanların kaçı, toplumun ve bireyin gerçek ihtiyaçlarından haberdarlar? Gerçi çark dönüyor, ama ne pahasına! Dişliler arasında un ufak olmamak için didinip duruyoruz, yüzümüz gülmüyor. Ufak – ve ne yazık ki genelde içi boş – kazanımlardan medet umar hale geldi çatık kaşlı insanlarımız mutlu olmak için. Hayatın bir parçası olan başarıyı da, başarısızlığı da, dolayısı ile, uç noktalarda hissediyoruz toplum olarak. Üniversite yıllarımda dersine girmekten sonsuz zevk aldığım mantık hocamızın kulağa küpe sözünü hiç unutmadım: “Problemi çözdüğünüzde hayatın kolay olduğunu, çözemediğinizde de, zor olduğunu sanmayın...” demişti. Günlerin koşuşturması içinde defalarca bu sözlerin doğruluğuna tanık oldum…
Her sabah, bizi karamsarlığa itecek bir dolu etkene rağmen güzel şeyler yapmak için yola çıkıyoruz. Çalışmamızın amacı bu değil mi? Oysa güzele ulaşmak için, onu aramak gerekir… Güzele bakmak değil, onu görebilmek gerekir… Eğriyi doğrudan, kötüyü iyiden ayırabilmek gerekir. Eşsiz bir manzaradan, bir şiirden, müzik parçasından etkilenmeyen birinin güzeli bulması olası mı? İnsanın içindeki insanı ıskalayanların ona ermesi mümkün değil.
Elbette ki, güzel olma hali göreceli bir niteleme. Ancak kendi içinde barışık, çok sesli fakat ahenk içinde yaşayan, kendi gibi düşünmeyenlere değer veren bireylerin oluşturduğu, “ötekinin” farkında olan insanların bulunduğu bir toplumda, kişi için güzel her ne ise, ona ulaşmak daha kolay olacaktır. Uzlaşı olmayan, çıkarların acımasız bir şekilde çatıştığı, insanların birbirlerini anlamak şöyle dursun, ne yapmak istediklerinden bile bihaber oldukları topluluklarda, nafile bir arayışın ucuz nesnesi olacaktır güzellik.
Dolayısı ile sorun, geliyor ve kaç kişinin bu zorlu yolda ilerlemeye ehil olduğunda düğümleniyor. İçinde yaşadığımız toplumda kaçımız, problemler karşısında, çözümün parçası olmak için uğraş veriyoruz, buna bakmak gerek. Unutmamak gerekir ki, toplumların değeri, onu oluşturan bireylerin değeri ile doğru orantılıdır. Aileden başlayarak, malzemesi insan olan tüm topluluklarda, sorunların çözümüne katkıda bulunmak, güzele erişme, doğruyu yakalama yolunda atılacak önemli bir ilk adım ise, sonucu değer katmak olan, vermek – dolayısı ile fedakarlıkta bulunmak - , almanın, hak etmenin ilk şartı olacaktır.
Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz! Sözleri fiille desteklemek, geçmişten ders çıkartarak ilerlemek kişinin yaşantısını anlamlı kılacak bir tercihtir. Ne mutlu böylesi bir tercihin yapılabileceğinin farkında olanlara.
Ötesi, basit bir “Nasılsın?” sorusunun yanıtı olacaktır: Yuvarlanıp gidiyoruz!