Hayat beklemez arkadaşım. Beyhude çırpınışlar sadece ruhunu aşındırıyor. Aşındırdıkça o eskilerde kalmış isyankar ruh kalıntıların depreşiyor. Depreştikçe hayatı ıskalıyorsun. Zira hayat kimseyi beklemiyor.
‘Hayat beklemez’ yazıyordu reklam panolarının birinde.
Bu kadar anlamlı sözü o panoda görmenin seni üzdüğünü tahmin ediyorum ama bazen bir reklam sloganı da gerçeği yakalamış olamaz mıydı arkadaşım?
Doğru, yapacak o kadar güzel şeyler var ki hayatta, senin hala bunu anlamamakta direnmeni anlayamamaktayım.
Zaman geçerken süratle her yerimizden, sen nelerle uğraşıyorsun hâlâ....
İşin, gücün yok da devamlı memleketinle, dünyanla, sorunlarıyla, adaletsizlikleriyle, kötülükleriyle, kötünün peşinden gidenlerle, ruhunu pazar fiatına satmış sözde demokratlarla, bilumum faşizan ruhlu insanlarla uğraşıyorsun ama hayat beklemiyor işte. Ne zaman gözlerini açacaksın acaba?
Memleketin en güzel köşelerinden birinde, nükleer enerji santralı kurulmasına takmışsın şimdi de. Kaldırımlara park eden devasa ve çirkin dört çeker arabaların sahiplerine takmıştın bir aralar ve peşin bir hükümle, “bunlar hayatları boyunca hep tek sesli müzik dinleyenlerdir” demiştin. Ne alakası varsa!... Hadi bunu anladım da, Sinop’taki nükleer tesisten sana ne be kardeşim?
Hatırlıyorum, kısa pantalonlu günlerimizde çiklet ambalajlarının içinden çıkan memleketimin o zamanki 67 vilayetinin plastik parçalarını toplardık. Sonra da puzzle misali birleştirmeye çalışırdık onları. Ve sen, Karadeniz’in o güzelim kıyılarındaki Sinop’a aşık olmuştun nedense. Onun eşi olmayan, denize doğru burnunu gösteren çıkıntısında olmayı düşlerdin. O zamanlar ‘hayat beklemez’i hissetmiştin sanırım ama ya şimdi, neden tersini yapıyorsun? Neden sadece Tanrıların çözebileceği sorunlara bu kadar yakınlık gösteriyorsun? Sinop’ta kurulması düşünülen nükleer santrali o eski günler nostaljisi yüzünden mi bu kadar dert ediyorsun yoksa? Bırak bunları şimdi. Sana enerji kaynaklarının tükenmekte olduğunu, tek çıkar yolun rüzgar ve nükleer enerji olduğunu mu anlatayım sıkıcı sıkıcı?
“Hayat beklemez” diyor ya reklam panosu, doğru söylüyor arkadaşım. Beklemiyor kimseyi işte. Görüyorsun zamansız verilmiş ölüm ilânlarını nitekim...
Hem nedir bu sürekli memleketimin bitmek bilmez aynı gündemine takılıp kalman? Hani demişlerdi ya, “nehir yatağında akar” diye! Ne sen, ne bir başkası gürül gürül akan suyun yönünü değiştirebilir mi? Onlarca yıldır bu yatağın yapısını değiştirenleri hep beraber seyrederken neredeydik? İyi, güzel ve başarılı okullarda okurken, sadece protest müzik dinleyip, muhalif basını okuyarak vakit geçirmedik mi, konformizmin batağında?
Hayat beklemez arkadaşım. Beyhude çırpınışlar sadece ruhunu aşındırıyor. Aşındırdıkça o eskilerde kalmış isyânkar ruh kalıntıların depreşiyor. Depreştikçe hayatı ıskalıyorsun kardeşim.
“Sürüden ayrılanı kurt kapar” deyimini içselleştirmedik de ne oldu bugüne kadar, söyler misin? Özgürlüğün kırıntısını yaşadık ama hayata yenildik galiba. Zira hayatı hep sürüdeki başlar ve yardımcıları -sen yardakçıları diyeceksin- yönlendiriyor. Ve sen hâlâ, kaldırıma park eden dört çeker sürücülerine, erdemin değil paranın peşinde olanlara, herşeyin bedelini bilip de hiçbirşeyin değerini bilmeyenlere, çifte standardı hayatlarının olmazsa olmaz kuralı haline getirenlere, ruhunu satanlara, yani bilumum hayatın mutlu galiplerine karşı mücadele etmeye çalışıyorsun.
Don Kişot’un sonunu da mı unuttun yoksa?..
Hayat beklemez, diyorum, bir kez daha. Sana galiplerin arasına katılmayı önerecek kadar aşağılık olmadım, olmayacağım da. Lakin şu yel değirmenleriyle uğraşmaktan vazgeçmeni emrediyorum! Bak göreceksin; o zaman nasıl da daha ‘mutlu’ olacaksın!
Sana, bu beklemeyen hayatta kimlerin daha mutlu olduğunu anlatmıştım. Unutmadığını ummak istiyorum. Aklını, yüreğini ulaşılamaz doğrunun peşinde sallandırdıkça seni güzel günler beklemeyecek.
Neil Diamond’ın “güzel günler gelecek ama yavaş gelecek” yanılsamasına da hiç kapılma. O günleri görenler sadece ve sadece hayatı düşünmeyenlerdir arkadaşım.
Nâzım Hikmet, “biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim / Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda” derken Cemal Süreya neredeyse tersini söylemiş: “Yoksuluz, gecelerimiz çok kısa / Dört nala sevişmek lazım...”
Dört nala sevişerek, geceler uzasa da, hayat pek uzamıyor. Zira bak, Süreya son günlerinde ne demiş: “Ölüyorum Tanrım / Bu da oldu işte / Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum Tanrım / Ama, ayrıca, aldığın şu hayat / fena değildir / üstü kalsın...”
Son sözüm yine aynı arkadaşım:
“Hayat beklemez”...