"Avrupalı Türkler olarak bizler, sizin bu ülke (Türkiye) için ne kadar önemli olduğunuzu biliyoruz. Avrupa'nın yeni Yahudileri olarak, sizi en iyi Avrupa'da yaşayan 5 milyon 200 bin kaderdaşınız anlar. Türkiye'de belirli çevrelerin antisemit yaklaşımları sizi üzmesin. Türk halkı ve Avrupa'nın yeni Yahudileri olarak bizler sizin arkanızdayız"
"Avrupalı Türkler olarak bizler, sizin bu ülke (Türkiye) için ne kadar önemli olduğunuzu biliyoruz. Avrupa'nın yeni Yahudileri olarak, sizi en iyi Avrupa'da yaşayan 5 milyon 200 bin kaderdaşınız anlar. Türkiye'de belirli çevrelerin antisemit yaklaşımları sizi üzmesin. Türk halkı ve Avrupa'nın yeni Yahudileri olarak bizler sizin arkanızdayız"
Almanya’da kurulu Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı'nın 23 yıllık direktörü Faruk Şen yukarıdaki satırları yazdığı için Alman patronları tarafından işinden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya.
Bu olayı gazetede okuyunca bilindik bir neo-nazi fıkrasını hatırladım:
Dazlak neo-nazi arkadaşına sormuş: “Yahudiler ile Türkler arasında ne fark vardır?”
Arkadaşı yanıtlamış: “Yahudiler sırasını savdı.”
Bu içler acısı “fıkra” başına gelen her şeyden başkalarını sorumlu tutan, ırk, din, kültür üstünlüğü safsatasına kanmış, farklı olanın canına kıyabilecek kadar aşağılayabilen, öteki nefretini baş tacı eden, fanatik zihniyetlerin düşünce yapısını açıkça ortaya seriyor.
Avrupa’da Türkler ve Yahudilerin öteki olarak tanımlanması yüzyıllardır sürdürülen dini ve siyasi propagandaların en güçlü araçlarındandır.
Hıristiyanlığın bir Yahudi icadı olması kadar antisemitizm de bir Hıristiyan geleneğidir.
Tarihte Yahudi düşmanlığı, kitapların ve adetlerin çok benzer olduğu İslam âleminde olmamıştır. Aksine, Avrupa’nın ortak düşman tanımlaması Yahudiler ve Türkler arasında tarihsel bir birliktelik ve dayanışma yaratmıştır.
Yahudiler Ortaçağdan beri Avrupa’da gettolara tıkılmışlar, birçok meslekten, toprak ve mülkiyet hakkı gibi temel vatandaşlık haklarından mahrum edilmişlerdir.
Vatikan’ın buyruğunda Ortaçağın Hıristiyan Avrupa’sı dinsel ve kültürel olarak Yahudiliği, siyasi ve askeri olarak da Türkleri karşısına alarak kendi kimliğini inşa etmiştir. Türklerin askeri gücünü ve sürekli toprak kazanmasını hazmedemeyen Vatikan, yüzyıllarca Türkleri barbar ve saldırgan olarak tanımlamıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’ya vasıfsız ucuz işçi olarak çağrılan Türkler onlarca yıl Alman hükümetleri tarafından misafir olarak görülmüş, yeni gelenlerin uyumu için yeterli çaba sarf edilmemiştir. Uzun yıllar süren bu dışlanma Almanya’da “paralel toplumların” oluşmasıyla sonuçlanmıştır. Bu ülkede yaşayan Türkler eğitim, iş bulma ve ekonomide ülke genelinin gerisinde kalmışlardır.
Kısacası kültürler arası uyum toplumsal bütünleşmeyi sağlayacak düzeye ulaşmamıştır.
Bu entegrasyon sorunu, Alman toplumunun genelinin, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini istememesinde en önemli etkenlerden biridir.
Irkçılık, Avrupa’nın bertaraf edemediği başlıca sorunlardan... Daha birkaç gün önce Türkiye ile oynanan maçta “Heil Hitler!” diye bağıran Hırvat taraftarlarla ilgili UEFA soruşturma açtı.
Tüm bu gerçeklerden yola çıkarak söylenmiş olan ‘Avrupa’nın Yeni Yahudileri’ benzetmesine verilen aşırı tepki Almanya-Türkiye maçı öncesi ve sonrasında yaratılan olumlu havaya rağmen hakikatin farklı olduğunu göstermiştir.
Ekonomik anlamda başarılan AB projesi Avrupalı kimliğini oluşturmakta bir o kadar başarısız olmuştur. Türkiye yaratılmak istenen Avrupa kimliğinin dışında bırakılmak istenmektedir. Almanya ve Fransa’nın ortaya attığı “imtiyazlı ortaklık” seçeneği bunun en açık göstergesidir. Bu yaklaşım medeniyetler çatışmasını körüklemekten başka bir işe yaramaz. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik ihtimali ancak bu iki ülkede yeniden sosyal demokrat partilerin iktidara gelmesiyle gerçekçi bir hedef olarak tekrar ortaya çıkabilir.