2001 krizi ekonomiyi yönetme beceriksizliğimizin sonucunda ortaya çıkmıştı. 21 banka battı. 30 milyar dolar batık para vergi mükellefinin borç hanesine yazıldı. O zamana kadar serbest piyasa ekonomisini yalnızca “sınırsız serbestlik” olarak algılamıştık. Piyasa ekonomisinin temeli olan denetim ve düzenleme mekanizmalarını kurmamanın bedelini ağır ödedik.
2001 krizi ekonomiyi yönetme beceriksizliğimizin sonucunda ortaya çıkmıştı.
21 banka battı. 30 milyar dolar batık para vergi mükellefinin borç hanesine yazıldı.
O zamana kadar serbest piyasa ekonomisini yalnızca “sınırsız serbestlik” olarak algılamıştık. Piyasa ekonomisinin temeli olan denetim ve düzenleme mekanizmalarını kurmamanın bedelini ağır ödedik.
Ecevit hükümetinin kriz sonrasında aldığı önlemlerle mali piyasalara sıkı bir denetim getirildi.
Bu düzenlemeler bizi küresel mali krizde yıkılmaktan korudu. İzlanda bankalarının yaptığı gibi mevduat sahiplerinin birikimleriyle kumar oynanması engellendi.
Bu sayede küresel kriz mali piyasalarımızı teğet geçip doğrudan reel sektörü vurdu.
2001 krizinde kendi becereksizliğimizden batınca güçlenen küresel sermaye, Arjantin’e sırt çevirip, bize el uzatımıştı. Bu krizde ise dünya battı, bırakın bizi kurtarmayı kendileri zor ayakta duruyorlar.
Küresel talep daraldı. Otomotivden beyaz eşyaya ihracatımız azalıyor. Merkez Bankası'nın Reel Kesim Güven Endeksi Ekim ayında 85'ten 69’a düştü. Doğrudan yabancı sermaye girişi durma noktasında. Sıcak paraysa bırakın akmayı son sürat kaçıyor.
İç talepte her sektörde daralma var. Yurtiçi satışlar üçüncü çeyrekte önceki yıla göre yüzde on civarında geriledi. Türkiye’de 2008 başından beri rekor sayıda (ilk sekiz ayda 50 bin) firma kapandı.
Cari açığımız yıllık 50 milyar dolar. Kabaca her ay bütçeyi dengelemek için en az dört milyar dolar nakit bulmamız gerek! Koyun üstüne bir de 2009’da ödememiz gereken 60 milyar dolar dış borcu, tablo iyice kararıyor.
Deutsche Bank’ın raporuna göre Türkiye’nin 90 milyar dolar krediye ihtiyacı var. Kriz sürecinde sorumlu ve güven veren bir yönetim sergileyen Merkez Bankası bu rakamı abartılı buluyor ancak daha düşükte olsa dışardan gelecek finansmana ihtiyacımız olduğunu vurguluyor.
Makroekonomik dengeleri bozmamak için gerekli kaynağı nereden bulacağız?
IMF’nin ümüğümüzü sıkıp zorla “kredi al” filan dediği yok. Bankalarının %75’ini yabancılara satan Macaristan, iç siyasi çekişmelerden birtürlü kurtulamayan Ukrayna, becereksiz İzlanda Hükümeti ve daha niceleri kapısında yatıyor zaten.
Öyle anlaşılıyor ki siyasi idare, seçim öncesinde harcamalara kısıtlama getirilmemesi için IMF ile anlaşmayı yerel seçimlerin sonrasına bırakmayı yeğliyor. Ancak borç stoğu ve ödemeler beklemez. IMF’yle veya IMF’siz ekonominin dış finansmana ihtiyacı var. Zaten IMF ile anlaşmak tüm sorunların çözülmesi için de tek başına yeterli olmayacak. Bu ortamda piyasalara ve tüketiciye güven aşılanması şart.
Ekonomi yönetiminin, esnafa ve KOBİ’lere nasıl destek olacağını, sürdürülebilir bir büyümeyi nasıl finanse edeceğini, kapsamlı bir planla en kısa zamanda açıkça ortaya koyması gerekiyor. Aksi takdirde ekonomide daralma, enflasyon ve işsizlikte ise artış malesef kaçınılmaz olacak.