Bütün dünya, bizim memleketin kamuoyu dahil, Barack Obama’nın seçilmesinden sonra pembe gözlük takarak rüya aleminde gezinmeye başlamış. Avrupa’nın orta yerindeki bir şehrin kendisini ve renklerini gördükten sonra evrensel gerçekler karşısında renklerin pembeden çok, özgür olmaları gerektiğine inanıyorum.
Avrupa’nın orta yerinde, varlıklı ve gelişmiş bir şehirdeyim. Bir sonbahar kentinde bulunmak, hazan mevsimini renk cümbüşüyle hissetmek ayrıcalıklı kılıyor insanı.
Ve o an görüyorsunuz ki, bazı yerlerde renkler alabildiğine özgür oluyorlarmış. Avrupa’nın orta yerinde eski bir şehir ama doğasındaki sapsarıdan yemyeşile, kımızıdan kahverengiye yüzlerce farklı renk tonları insanın daralan yüreğine ilaç gibi geliyor. Işte bu durumda anlıyorsunuz İstanbul’da renklerin bile özgür olamadığını. ‘Taşı toprağı altın’, denilen İstanbul, sonbahardan bile, doğanın Avrupa’nın eski kentine bahşettiği zenginliğe neden sahip değil acaba? Neden renkler de küsmüş Dersaaadet’te? O kentin insanlarını izliyorum. Rahat, hiç bir gelecek endişesi taşımayan insanlar topluluğu adeta. Hem, büyük zenginliğe rağmen, devasa dört çeker araçlar hiç yok caddelerde. Arabalar sade ve küçük. Hele kaldırımlarda park edilen filan hiç yok! Zaten şehrin öyle bir havası var ki, insanın teki kaldırıma park etse sokaktakiler ona uzaylı muamelesi yapacaklar adeta. Zira kuralsızlık istisna bile değil oralarda… Trafik yok denecek kadar az, öyle araba yollarını daraltıp trafiği daha da sıkıntıya sokan devasa metrobüsler falan hiç yok. Tramvay var. Ve en ilginci; yolcular uzun tramvayların herhangi bir kapısından içeri girerken ne bilet satın alıyorlar ne de biletçiye bilet gösteriyorlar. Zira biletleri her zaman hazır ve biletsiz içeriye girmenin ne demek olduğunu bile bilmiyorlar. Garip ama gerçek… Biri biletsiz yakalansa, muhtemelen onun da uzaydan geldiğini düşüneceklerdir. Dedik ya, oralarda renkler bile özgür… * * * ‘Mustafa’ filminin yönetmeninin ve uzman tarihçilerin birlikte filmi ve Atatürk’ü tartıştıkları bir program televizyonda kaçta yayınlanır sizce? Şimdiden bir milyon seyircinin izlediği ve ciddi tarihsel ve ideolojik tartışmalar yaratan bir filmle ilgili tartışma programı herhalde Avrupa’nın o orta yerindeki kentte gecenin ikisinde verilseydi sanırım o programın yapımcıları da uzaylı muamelesi görürlerdi... Neden ve niçin o saatlerde yayınlanır o kadar önemli program? Gençlerin ve çalışanların seyretmemeleri için mi? Düşünen kesimin kaçırması için mi? Herkesin seyredebildiği saatlerde o pespaye diziler, o sözde sohbetler hangi, renkleri özgür olan memleketlerde olur da, bir ülkenin yaratıcısının, ışığının belki de ilk kez alabildiğine özgürce tartışıldığı bir program sabaha ulaşan saatlerde yayınlanır? Hangi ülkede? Bir ulusun önderine ilişkin bir ‘ilk’ filmin düşünce dünyamıza yapacağı katkı hangi ‘rating’ kaygılarına kurban gidebilir? * * * ABD’de Barack Obama’nın başkan seçilmesinden sonra ülkem dahil neredeyse tüm dünyada büyük çapta geleceğe yönelik umut projeleri herkesin ağzında, yüreğinde. Gerçekten de dünya insanı mutsuzmuş demek ki. Lakin bu parlak görünümlü yeni başkanın dünyanın tüm beklentilerine cevap verecek kadar büyük bir kurtarıcı olduğuna saf saf inanmak mı zorundayız? Obama, Beyaz Saray koltuğuna oturacak ve zamanla her şeyi çözecek. Örneğin yoksul Amerikan mavi yakalıların hiçbir zaman sahip olamadıkları sağlık sigortasını bir çırpıda onlara hediye edecek. Veya Somali’deki soykırımı durduracak, Ortadoğu’ya hemen barış getirecek. İran’ın atom bombası sevdasına son verdirtecek, Kuzey Kore’yi dize getirecek, El Kaide’yi bitirecek, Afganistan ve Irak’ı sahiplerine iade edecek. Ve en önemlisi de vahşi kapitalizm ile neo liberal ekonomi politikalarının yarattığı evrensel krizi de Harvard Üniversitesi’nde öğrendikleri ile hemen çözecek. Hayır, abartmıyorum. Gerçekten de beklentiler böyle. Tarih, insanların akıllarını kullanıp düze çıkmaya uğraşacaklarına, bu işi hep bir kurtarıcıya ihale ettikleri hikâyeler ile dolu. 21. yüzyılın bu ilk evrensel neo kurtarıcısı Barack Obama’nın işi çok zor, bu bağlamda. Kurtarma çıtası o kadar yüksek ki, korkarım ‘gerçekler’ karşısında, çıtanın basamaklarını çıkmaya çalıştıkça aşağıya düşmesin... Zira gerçeklerin evrensel kodlarını çözene pek rastlamadım dünya tarihinde. Pembe gözlükleri takmanın sırası değil. Sadece, renklere özgürlüklerini verelim, yeter de artar bile.