Mösyö Natan hayatı boyunca aynı maddi çizgide istikrarlı olarak hayatını devam ettirmiş, kendi halinde dul bir adamdır. Çocukları yoktur. Eşi de birkaç yıl önce bu hayata gözlerini kapamıştır.
O da kendi halinde evinde yaşamın bir köşesinde tutunup, hep gülen yüzüyle devam eder hayat mücadelesine. Çok şükür evi vardır. Emekli maaşıyla geçinir. Arkadaşlarıyla görüşür sık sık, huzurludur. Asla şikayet etmez. Herşeye şükür ederek varlığını sürdürür.
Hemen evinin karşısında sinagog bulunmaktadır. Vaktinin birçoğunu orada geçirir. Dualara katılır. Sevilen bir kimliği vardır.
Birgün sinagogda bir seuda veriliyordur. Mösyö Natan kendi yemeğini bitirdikten sonar usulca masaya yanaşır. Masada kalan borrekitaslardan birkaç tanesini bir poşete koyar ve oradan uzaklaşır.
Bu olay birkaç hafta devam edince her seferinde mutlaka biri görür. Fısıltı gazetesi hızlı çalışır. Mösyö Natan’ın poşetini borrekitaslarla doldurması günün olayı olur. Onun haberi olmadan insanlar evlerde bunu tartışırlar. Bazıları onu tutar: “Adamcağız dul kalmış. Evinde ona bakacak, yemeğini pişirecek kimsesi yok. Eskiden belki idare edebiliyordu; ama şimdi yapamayabilir. Bunu insanlara anlatamıyordur. O borrekitalarla birkaç gün sabah kahvaltısını hallediyordur. Asıl amaç zaten insanlara yardım etmekse belki bu en büyük sevaptır. Bırakın alsın. Ne olur ki? Bir kilo borrekitas alsa ne çıkar? Belki sayesinde amacımıza hizmet etmiş oluruz. Ne durumda olduğunu bilemeyiz ki, belki açtır, belki durumu çok bozuktur ve o asil adam bunu ifade edemiyordur. Yardım istemeye cesareti yoktur. Kendini çaresiz hissediyor olabilir. Onu rahat bırakalım. O adam tanıdığım en iyi kalpli adamlardan biridir. Herkese yardım eder, güler yüzlü ve sevecen bir adamı kırmak niye? Hem de en fazla bir kilo borrekitas için.
Bence görmemiş gibi yapalım. Hatta ona karşı daha yakın olalım. Bunu alıyorsa kim bilir neler yaşıyordur? Biz toplum olarak ona destek çıkalım. Unutmayın dinimizde toplumdaki her bir bireyden bizim de sorumlu olduğumuz yazılıdır. O kadar sinagoga gidiyoruz, dua ediyoruz. Peki onu kollamak bizim vazifemiz değil midir? Bir gün bir Rabi’nin anlattığı bir hikayeyi sizinle paylaşayım: “Bir sandal içinde on kişiyle giderken fırtınadan hasar görmüş ve bir adamın oturduğu yerin altında bir delik açılmış. Adam canla başla suyu boşaltmaya çalışırken diğerleri de ona yardım etmişler. Böylece en yakın karaya kadar ona destek olup hepsi kurtulmuşlar. Ya yardım etmeselerdi, sandal batacak ve hepsi boğulacaktı. O halde bir yakınımızın da sorunu olsa ona yardım edersek sonunda hepimiz birlikte feraha kavuşuruz, demiştir. Ne güzel dinliyoruz bunları ama olay somut hayata gelince ne yardım var ne de destek var: Herkes ne zaman tekme atacak diye yarışıyor. Hayır bu olmamalı! Bunu değiştirmeliyiz. Birbirimizi sevmeli ve kollamalıyız.” Derse de onun sözlerini algılayamayacak düzeyde insanlar da mevcuttur ve Mösyö Natan’ın fermanı da hazırlanmıştır. Ancak o haftada gelmeyince sinagogun gabayları toplanıp onu ziyarete giderler.
Mösyö Natan: “Fena halde üşütmüşüm. Ağır bir grip geçiriyorum. O yüzden gelemedim. Ama en çok neye üzülüyorum bir bilseniz. Beni bekleyenler yolumu gözleyenler nasıldır. Durun size anlatayım. Bizim arkadaşların çoğu yaşlandı. Herkes benim gibi şanslı olamadı. Benim evim var, param da yeterli, ama buna sahip olamayanlar ihtiyarlar yurduna gitti. Özellikle bizim bir komşumuz vardı Madam Rebeka. Her cumartesi sinagoga gelirdi. Onun da kimi kimsesi yoktu. Yaşlanınca o da yurda gitti. Bir gün onu ziyaret ediyordum. Bana “neyi özledim Natan biliyor musun? O sinagogdaki borrekitasların kokusunu. Bana huzur veren o eski tip borrekitaslar beni hep çocukluğumun o tasasız günlerine götürür. Annem de sinagog için borrekitas yapardı. Cuma günleri biz küçükken. Ne güzel günlerdi. Keşke ben de her cumartesi sinagoga gidebilseydim” deyince onu birazcık sevindirmek istedim. İlk hafta iki tanecik borrekitası alıp ona götürdüm. Dünyalar onun oldu. Söyleşmeye başlayancı tüm dostlar toplandı. Herkes bana sinagogu biraz anlatsana. Bu hafta kim geldi? Ne olur anlat?” deyince onlara kimlerin nerelerde oturduğuna kadar her şeyi yaşattırdım. Bu, onları o kadar mutlu etti ki, anlatamam. Ertesi hafta bir poşet getirip içini doldurdum. Koşarak yurda gittim. Hepsi beni bekliyorlardı. Birer tane borrekitas aldılar. Etrafındakilere “Bunlar bizim sinagogun borrekitaslarıdır. Kokusu bile bir başkadır. Ay Natan Allah senden razı olsun. Nasıl sevindirdin bizleri. Peki anlatsana biraz orayı” dediler. Kısacası her hafta cumartesi günleri benim yurda gidişim bir gelenek halini aldı. Tam üç aydır her hafta onların hayatına renk katıyordum. Onlar sevindikçe benim sevincim de artıyordu. Kendimi borrekitasları aldığım için de suçlu hissetmedim hiç. Onlar zaten onların da hakkı. Amacıma ulaştırdım. Bir kilo kadar borrekitasla yarattığım heyecanı tarif bile edemem sizleri.
Eşim söylerdi de inanmazdım. Küçücük şeyler insanları nasıl da heyecanlandırmaya yetiyor. Bu yüzyılın insanları bana alışık değil maalesef! Yardımlaşmayı bile doğru düzgün yapamıyorlar. Neyi paylaşamıyoruz? Ne var birbirimizi sevsek, biraz şefkat göstersek? Ama şimdi rahatım Birşeyler değişiyor galiba. Siz de bugün buraya geldiniz. Beni merak ettiniz. Çok sevindirdiniz beni çok. Bu hafta Allah kısmet ederse geleceğim. Beni umutla bekleyenleri, onları daha fazla bekletmeyeceğim!” diye açıklar etrafındaki gabayların şaşkın bakışlarına maruz kalırken ve yüreği küçük bir çocuğun kalbindeki heyecanla deli gibi çarparken…